3 Aralık 2011 Cumartesi

Kişisel Ataleti Yenmek


OLDUĞUN YERDE DURARAK OLMAK İSTEDİĞİN YERE VARAMAZSIN! Hayatta başarılı bir insan olmak istiyorsunuz. Başarılı olmak için neler yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Bunları niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmakla neler kaybettiğinizi ve yaparsanız neler kazanacağınızı biliyorsunuz. Ama yine de bir şey yapmıyorsanız, sizi durduran nedir? Atalet! İşinde başarılı olmak isteyen, bunun için neler yapması gerektiğini bilen, niçin yapması gerektiğini bilen, nasıl yapabileceğini bilen, yapmamakla neler kaybettiğini ve yaparsa neler kazanacağını bilen ama yine de hiçbir şey yapmayan bir kişi atalet halinde yaşıyor demektir. Atalet, eylemsizlik, durağanlık, hareketsizlik demektir.
Bu kitap bir kendini harekete geçirme kitabıdır. Tembelliği yenmek isteyen atalet savaşçıları için yazılmıştır. Atalet halini analiz eden ve başa çıkma yollarını gösteren ilk ve tek kitaptır.

"Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi: biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarımız hangisini daha çok kullanacağımıza bağlı'" Ann Landers

* Ben, şimdi bu kitabı okuyorum ve büyük bir keyif alıyorum! Okumanızı şiddetle öneririm.
Yeniden görüşünceye dek sevgiyle kalın!

27 Kasım 2011 Pazar

ÖĞRENDİM


Susmayı öğrendim çok konuşanlardan...
Alçak gönüllü olmanın erdemini tattım çok bilmişlere inat...
Gerçekten bilenlerin az konuştuğuna şahit oldum sessizce...
Her yaşananın sadece bir deneyim olduğunu kavradım...
Değmeyenlere çok anlam yüklemenin ruhuma verdiği zararı keşfettim...
Kendim olmayı seçtim başkalarından alınmış parçalardan oluşmayı değil kendi hayatlarını YÖNETEMEYENLERİN diğer hayatlara müdahelelerine güldüm sadece...
Kokuşmuş zihniyetlerin yalan gülümsemelerin içinde yer almaktansa uzaktan onlara seyirci kalıp İNSANLIĞIMI korumayı öğrendim...
Paranın gücüyle, etiketleriyle varolanların elindekileri kaybettiğinde çırılçıplak kalışlarını izledim...
Varlığımı hakedenleri hayatıma dahil etmeyi' haketmeyenlere HOŞÇAKAL demeyi, bu uzun yolda yürümeyi öğrendim...
Şu da Bir Gerçek ki "Kargalar Sürü İle KARTALLAR,Yalnız Uçar..."
Ve Kaybeden değil kaybedilen olduğuma bir kere daha şahit oldum bu düzende!

26 Ekim 2011 Çarşamba

Geç Gelen


Beklenmedik bir sabah
Beklenmedik bir güneş doğmalı
Uzaklardan bilmediğim bir yerden
Ertelenmiş zamanları indirip takvimlerden
Alnımdaki çizgilere inat
Çoban Yıldızı'na tırmanmalıyım
Çakıl taşları sektirmeliyim
Çarşaf gibi durgun sularda

Ummadığım bir gün
Yağmur bulutu gelmeli
Uzaklardan bilmediğim bir yerden
Bir yıldız konmalı saçlarıma
Alnından öpmeliyim gökkuşağını
Beyaz açmalı bütün kırmızı güller
Bütün sokaklar İğde/ye kokmalı
Ben;
Şiir tohumları saçmalıyım bereketli topraklara
Ve firar etmeliyim
Çatlak aynalardaki görüntümden

İrfan ÖZCAN

24 Eylül 2011 Cumartesi

AH/SEN


Her geliş gitmek içindi aslında
Her gidiş bir daha ve bir daha gelmek içindi
Gelmek sendi
Gelmek ah sendi...
Deniz çağırırdı, toprak çağırırdı, ben çağırırdım,
Gelirdin...Dünlerden yarınlara -uçar-gelirdin
Sen;
Yıldırım alevinde serçe titremesi
Ve yağmur kadar bereketli
Manastırda mum gibi boynu bükük
Ezan kadar Allah'a yakın
Güvercinlere atılan buğday kadar
Mukaddes olurdun
Sımsıcak çay buğusu olurdun
Asırlık bir çınarın altında
Gözlerini içerdim
Kalışına içerdim, gidişine içerdim
Bir daha gelecek olmanın şerefine içerdim
Çünkü ben seni en içimle severdim
Bilirdin...

İrfan ÖZCAN

16 Eylül 2011 Cuma

Denizin Mavisinde...


Denizin mavisinde
Görmek istiyorum
Uçuşan yıldızları
Kaybolan aşkları
Bakıyorum
Denizin beyazında
Çıkıp geliyor karşıma
Çiziyorum mavi gözlerini
Siyah bulutların üstüne
İzi kalıyor yüreğimde
Yutkunuyorum
Ama konuşamıyorum...

Metin Benek

1 Eylül 2011 Perşembe

Ne Kedisiz Ne Kitapsız


Kedişimin bu pozuna bayılıyorum!



Şimdi ben bu kitabı okuyorum! Konusu mu ne?
Dünyaca ünlü bir süper model, başarılı bir TV yönetmeni, hırslı bir avukat, sanata aşık bir ressam Bu dört kız kardeş, 4 Temmuz Bayramı için her yıl olduğu gibi Connecticut'taki baba evinde toplanırlar. Tatilin başında aile korkunç bir felaketle sarsılır ve dünyaları altüst olur.

Umutların tükendiği anda kenetlenen aile, sürprizlerle dolu yeni ufuklara hep birlikte yelken açabilecek mi?

Yeni paylaşımlarda bulunmak üzere dostça kalın!

24 Ağustos 2011 Çarşamba

SEVGİNİN GÜCÜ


İkinci bebeği olacağını öğrenince çok sevindi. 3 yaşındaki oğlunu doğacak kardeşi için hazırlamaya başladı…

Bebeğin kız olacağı anlaşıldı. Oğlu annesinin karnındaki kardeşine her gün şarkı söyledi. Kardeşini daha görmeden bir sevgi bağı oluştu.

Zamanı geldi, doğum sancıları başladı. Fakat bir sorun vardı. Doktorlar çaresizdi. Bir sezaryen ameliyatı gerekiyordu.

Ameliyat çok zor geçti. Sonunda bebek doğdu. Bebeğin durumu ciddiydi.

Bebek, yoğun bakım ünitesine kaldırıldı. Günler geçtikçe küçük kızın durumu kötüye gidiyordu. Doktorlar üzgündü, çocuğun kurtulma ümidi yoktu. Bebekleri için evlerinde bir oda düzenlemişlerdi. Şimdi, cenaze için hazırlanıyorlardı.

Oğulları, kız kardeşini görebilmek için yalvarıyordu.

-Kardeşime şarkı söylemek istiyorum- diyordu.

Ama yoğun bakım ünitesine çocukların girmesi yasaktı.

Sonunda kadın kararını verdi. Bebeği nasıl olsa ölecekti. Çocuğunun kardeşini görmesini engellemeyecekti. Ne yapıp edip çocuğu içeri sokacaktı.

Oğluna, oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakım ünitesine soktu. Çocuk yürüyen bir çamaşır torbası gibiydi. Başhemşire onun bir çocuk olduğunu fark etti.

-O çocuğu içeri sokamazsınız- diye uyardı.

Kadın başhemşireye dönerek bağırdı:

-Oğlum kız kardeşine şarkı söylemeden buradan çıkmayacak.

Oğlunu kız kardeşinin yatağına götürdü.

Küçük kız yaşam savaşını yitirmek üzereydi. Çocuk, bir süre kardeşinin yüzüne baktı. 3 yaşındaki bir çocuğun saf, temiz, pırıl pırıl sesiyle şu şarkıyı mırıldandı:

-Sen benim gün ışığımsın, tek gün ışığım, gökyüzü griyken beni mutlu edersin.

Küçük kız bu sesi tanıdı, aniden tepki verdi. Kalp atışları düzelmeye başladı. Annesi:

-Şarkıyı sürdür- dedi oğluna. Küçük çocuk devam etti:

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin, lütfen gün ışığını benden alma bebeğim.

Çocuk şarkıyı sürdürdükçe, bebek, kesik kesik nefes almasını hızlandırdı. Annesi, göz yaşları içinde:

-Devam et oğlum- dedi.

-Geçen gece uyurken rüyamda seni kollarıma aldığımı gördüm bebeğim.

Şimdi, onu içeri almak istemeyen hemşirenin yüzü de gözyaşları içindeydi.

Bütün hastane personeli, doktorlar başlarına toplanmıştı. Annesi de coşkuyla şarkıya katıldı.

-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin bebeğim. Lütfen gün ışığını benden alma.

Anne, oğul şarkılarını sürdürdü. Ve küçük kız birkaç gün sonra iyileşti. Abisine, annesine, odasına kavuştu.


Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi kesmeyin.

Sevgisiz, ümitsiz kalmayın.

Söz yürekten çıkarsa yüreğe gider. Dilden çıkarsa kulağı aşamaz.

18 Ağustos 2011 Perşembe

BİZE VERMEKTEN BAHSET



"sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz;

gerçek veriş, kendinizden vermektir.

çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?

ve yarın, kutsal şehre giden hacılari takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?

ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir?

kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.

ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.
bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır,
ve kasaları hiç boş kalmaz.

bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.

bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.

ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;

onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salısı gibi verirler.

böyle kişilerin ellerinde tanrı dile gelir ve onlarin gözlerinden tanrı, dünyaya gülümser.

istendigi zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.

ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir.

vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?

sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.

öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın..

çoğunlukla şöyle dersiniz:
'vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'

ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.

onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.

herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.

ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan,
sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.

faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve
güvenden daha büyük bir değer var mıdır?

ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da onlarıin değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?

önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.

çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,
sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.

ve siz alıcılarr, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.

bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;

çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evren olan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir..."

Khalil Gibran

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kurt Seyt ve Shura


Son günlerde Hande ablanın verdiği Kurt Seyt ve Shura'yı okudum. Okumak istediğim bir kitaptı, bulunca kaçırmadım. Ve bugün bitirdim.
Nermin Bezmen'in emeğine sağlık! Önceleri biraz durağan geldi, sıkıldım, sonra hareketlendi. Böylesine büyük ve güzel bir aşk olamaz! Çok etkileyici! Mutlaka edinip okumanızı öneririm!
Sonra ne mi yaptım, hemen Nermin Bezmen'in "Gönderilmeyen Aşk" isimli kitabına geçtim.


Kitapta şu sorulara yanıt aranıyor, bir kadın ne zaman sevgilinin ardından tuttuğu yasın bittiğine karar verir? Ne zaman kendini aşkın kollarına bir kez daha teslim eder? Yeniden tutkunun kanatlarıyla uçmak, vâr olmak için… Nermin Bezmen'in yalın, etkileyici dille yazdığı romanlarını okumanızı öneririm!
Yeniden buluşuncaya dek sevgiyle kalın!

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Ressamın Şiiri


Kalbini
Açarsan eğer
Kelebeği görürsün!
Alır götürür seni
Özgürlüklere
Orada
Mutluluğu resmeden
İnsanları bulursun!
İçlerindeki mavi benim
Tanımadıysan eğer
Aynada
Mavi gözlerine bak
Seni seven
Tüm resimler benim
Onları ben yaptım.
Neden diye sorma!
Ben de bilmiyorum
Kelebeğe sordum
O da uçtu gitti.
Geriye kalan
Hayalimdeki resmin
Ve sonsuza ulaşan sevgim

Metin Benek

* Çok yetenekli bir ressam olan evsahibimizin şiirlerinden bir alıntıdır.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Şimdi Sevişme Vakti


Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önümden geçen ak sakallı kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım, resimlerden...

Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.

Söylemeliyim,
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu Pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokakbaşlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...

Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boşa geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...



Şimdi bu şiir kitabını okuyorum!

9 Haziran 2011 Perşembe

Saatlerinizi "Yaşama" Kurmayı Unutmayın


Günlük koşuşturmalarımız içerisinde yaşamı ne denli bol keseden harcadığımızı hiç düşündünüz mü? Sürekli bir yerlere yetişme, bir şeyleri yetiştirme telaşı içindeyiz, hepimiz.

Saatlerimizi sabahın erken saatlerine kurarken aklımızda işe, okula, sınava, görüşmelere, otobüse, trene yetişmekten başka bir şey olmuyor. Çoğu kez 24 saatin yetmediğinden yakınıyoruz. Yapılacak onca iş, çözüm bulunacak onca sorun bizi bekliyor diye neredeyse uyku sırasında bile ertesi günün planlarını yapıyoruz. Her yeni güne bir önceki günden arta kalan işlerle başlıyoruz ve bu koşturmaca çoğu kez yaşantımız son buluncaya değin sürüyor.

Yaşamı dolu dolu yaşamak bu mu acaba?

Hiç düşündünüz mü, en son ne zaman çıplak ayakla kumların, çimenlerin üzerinde yürüdünüz? En son ne zaman uzanıp mavi göğün altına bulutların nasıl hareket ettiğine baktınız? Gece geç saatlerde evinize dönerken "Ne güzel, bu gece dolunay var mı?" dediniz, yoksa o gün yetiştiremediğiniz işlerinize ertesi gün nasıl başlayacağınızı, ödenecek borçlarınızı, çalışılacak derslerinizi mi düşündünüz? Yalnızca gün doğumunu izleyebilmek için saatinizi sabahın beşine kurdunuz mu hiç?

En son ne zaman yeni doğmuş bir bebeğin süt kokan tenini kokladınız?
Bahçenize bir tohum atıp ne zaman yeşerecek diye heyecanla beklediniz mi?
En son ne zaman sevdiklerinizin gözlerinin içine bakarak, ellerini tutarak sevgi sözcükleri söylediniz? Yoksa sevgi sözcükleri de yapılması gereken işler, söylenmesi gereken "Günaydın" lar, "İyi akşamlar" gibi mi söylendi? Yalnızca güne hazırlanmak amacıyla bakımınızı yapmak için mi baktınız aynalara yoksa zaman zaman kendinizle gözlerinizin içine bakarak hesaplaşmak, kendinize sevgiyle bakmak için de kullandınız mı aynaları?

Saatlerinizi bol keseden harcarken "sevgiye ve yaşama" ne kadar zaman ayırdığınızı hiç düşündünüz mü?

Ben bu hafta sonu saatimi "yaşama" kurdum. Saatin zilini duyunca heyecanla fırladım yataktan. Saat sabahın beşi. Gecikmiş olma korkusuyla pencereye koştum. Gökyüzünde gecenin koyu karanlığı yok. Battaniyeme sıkıca sarılıp heyecanla karşıki dağlara bakmaya başladım. Lacivertten açık maviye dönüşmeye başladı gökyüzü. Sonra açık maviden göz alıcı beyaz bir ışığa. Dağın ardından alevler yükselmeye başladı birden. Sarıdan turuncuya, turuncudan kızıla, kızıldan göz kamaştırıcı bir ışığa dönüşerek "Merhaba" dedi güneş. "Merhaba yeni gün", "Merhaba yaşamak."

"Yaşamı dolu dolu yaşadım" diyebilmek için, arada bir saatlerimizi "yaşama" kurmaya ne dersiniz?

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bizim Gizli Bahçemizden


Can Dündar'ın, "Yüzyılın Aşkları" kitabını bitirdim. Ne güzel aşklar yaşanmış, ne güzel aşk mektupları yazılmış. Ne acılar yaşanmış! Çok etkileyici bir dille yazılmış.Can Dündar, farkını bir kez daha ortaya koymuş! Tadı damağımda kaldı.
Beni bütün aşk öyküleri çok etkiledi. Çiğdem Talu-Melih Kibar aşkı derinden etkiledi, ağlatacak kadar! Mutlaka alınıp okunmalı!
O gazla ben, annemin daha önce okuyup bana da önerdiği Nermin Bezmen'in "Bizim Gizli
Bahçemizden" adlı kitabına başlayacağım!
Kocası Pamir Bezmen ile aşk dolu geçen evlilik yaşantısını minnetle yazmış. Mutlaka okunmalı!
Sevgiyle kalın!

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Çocuklar


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Halil Cibran



Bugün, abone olduğum "Popüler Psikiyatri" dergisinde bu şiiri okuyunca blogumda sizlerle paylaşmaya karar verdim!
Yeniden buluşuncaya dek sevgiyle kalın!

19 Mayıs 2011 Perşembe

Yuvaya Dönüş



Bu sabah,annem,Misi ve ben yola çıktık. İstanbul'uma, yuvamıza döndük! Ben, günlerdir bunun hayaliyle yanıp tutuşuyordum! Evimize kavuştuk! Çok şükür!
Yolda bol bol uyudum. Biraz da kitap okudum! Enfes bir kitap! Can Dündar'ın masal tadında Yüzyılın Aşkları! Her eve lazım bir kitap! Tadı damağınızda kalacak, emin olun!


Bu gelişimde sinamaya da gitmeyi düşünüyorum, filmin adı bugün gösterime giren Türkan!
Türkan Saylan'ın yaşamından kesitler sunuyor! Bu güzel insan,zorlukları aşıyor, sevgisiyle,yaptıklarıyla, yardımlarıyla yüceliyor, eşsizleşiyor! O,içimizde yaşıyor! Mutlaka gidip görülmeli, izlenmeli! Türkan Saylan'a saygı duruşunda bulunulmalı!
Sevgiyle kalın!

9 Nisan 2011 Cumartesi

Eğer


Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan,
insanlara iyilikle bak...
Eğer saçların güzel olsun istiyorsan,
bırak çocuklar ellerini geçirsin saçlarından
Ince bir bedense istediğin,
ekmegini açlarla bölüş
Ve güzel dudaklara sahip olmak için,
sadece güzel sözler söyle.

27 Mart 2011 Pazar

Kitaplarla Başbaşa

Merhaba sevgili dostlarım, sizlerle yeniden kitap paylaşımında bulunmak istedim.

Psikoloji ilginizi çekiyorsa, gereksinim duyan sevdiklerinize, öğrencilerinize yardımınız dokunsun istiyorsanız bu kitaplar eşsiz birer bilgi kaynağı!


Yeniden görüşmek üzere dostça kalın!

21 Mart 2011 Pazartesi

Bir İstanbul Kaçamağı


Hafta sonu İstanbul'daydım. Cumartesi sabahı yola çıktım, öğleden sonra evimizde olabildim. Anneciğimle birlikte olduk. Dayımlar yemeğe geldiler!Çok keyif aldık.
Ertesi günü de güzel bir uyku çektik. Annişimle kahvaltı keyfi yaptık, uzun uzun
sohbet ettik. Vee yola çıkma zamanı geldi. Kısa bir kaçamak oldu ama yine de ruhuma iyi geldi.
Bugün de buradayım işte! Keşan'a, hastaneye gittim, nöroloji doktorundan randevu almıştım. Buradaki doktorlar pek bi ekabir, hiçbir açıklama yapmadan ilaç veriyorlar!
Oh ne güzel vallahi! Ayrıca aidığınız ilacın türünde başka bir ilaç daha veriyorlar!
Öğleyin okuluma dönebildim.
Dün iyi bir uyku çekince gece uyuyamadım, bütün gün ruh gibi dolaştım!Evime döndüm, her şey yoluna girdi!
Ama öğrencilerinin seni özlediklerini görmek dünyanın en güzel duygusu!Sen de onları özlemişsin zaten! Üstüne üstlük seni gördükleri gibi "öğretmen geldiii" deyip bağırmıyorlar mı dünyaya bedel!

24 Şubat 2011 Perşembe

Tanrı'nın Adaleti


"Tanrı'nın değirmeni ağır ama iyi öğütür."
*GEORGE HERBERT

22 Şubat 2011 Salı

Gençlik-Yaşlılık


Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir.
İnsan kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi neticesinde yaşlıdır.
Cesareti neticesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır.
Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz.
İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesidir.
Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların teslim edilmesi, ruhu buruşturur.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır.
Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.
Yaşlanmak, bir dağa tırmanmak gibidir... Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.
Beynimiz, yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.

William Ewart Gladstone


Resimle ilgili olarak şunu belirtmek isterim. Atları her zaman çok duyarlı, duygusal, soylu ve de bilge varlıklar olarak görüyorum. Onlara hayranlık duyduğumu da belirtmek istiyorum.

20 Şubat 2011 Pazar

Ne Kusursuz İnsan Ara, Ne de İnsanda Kusur


Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta,
bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına
yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini
izlemek için geldiğini söyler.

Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi
yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların
giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem
içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca
kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa
olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.

Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel
bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek
kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını,
ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."

Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve
kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra
gülümser ve adama bakarak şöyle der:
"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
*
ÖZETLE:
Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur,
öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni
mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için
mutsuz olursun...*

*Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.
[Mevlana]*
*Yaşam paylaşmakla... Hayat sevince güzel...*

8 Şubat 2011 Salı

KAVANOZ VE KAHVE


Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,

Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,

O zaman; mayonez kavanozu ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi şöyle;
Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir.
Ders başladığında;
Hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır.

Sonra da kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur.
Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.
Bunun üzerine;
profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker.
Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar.
Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Öğrenciler yine hep birlikte;
‘evet doldu’ derler.
Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Profesör yine aynı soruyu sorar.
Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.
Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır.
Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye.
Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar…
Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;
‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.
Tenis topları;
Hayatınızdaki önemli şeylerdir.
Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi.
Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter..
Çakıl taşları ise;
Sizin için daha AZ önemli olan diğer şeylerdir.
Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi..
Kum ise;
diğer ufak tefek şeylerdir.
şayet kavanoza önce kum doldurursanız;
Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir.
Vaktinizi ve enerjinizi;
Ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz;
Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.
Çocuklarınızla oynayın.
Sağlığınıza dikkat edin.
Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar;

‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’
Profesör gülerek cevaplan;
‘Bu soruyu bekliyordum.
Hayatınız NE kadar dolu olursa olsun;
Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

3 Şubat 2011 Perşembe

Unutmadık, Unutmayacağız



Sen aramızdan ayrılalı tam 12 yıl olmuş, yokluğuna alışılmaz sanıyordum. Ama sen, yüreğimizde yaşıyorsun aslında, bizimlesin!Seninle büyüdük ama çocuklarımızı seninle büyütemedik. Senin videoların, şarkılarınla çocuklarımı büyüteceğim!










24 Ocak 2011 Pazartesi

Seni, Sizi Unutmadık, Unutmayacağız

Uğur Mumcu, seni unutmadık, unutmayacağız. Senin nezdinde Gaffar Okkan'ı ve Recep Yazıcıoğlu'nu ve Hrant Dink'i de saygıyla anıyorum! Senin nezdinde Deniz Gezmiş'i, Yusuf Aslan'ı, Hüseyin İnan'ı da saygıyla anıyorum!
Sizler kocaman yürekli, ölümden korkmayan insanlar oldunuz! Aydınlık yarınlar için yanmayı göze aldınız yürekli yiğitler!
Sizler, ortadan kaldırılınca unutulursunuz zannedildi. Ama en güzel dersi unutulmayarak, saygıyla-sevgiyle anılarak verdiniz! Sizler, içimizde yaşıyorsunuz, ölmediniz!

"Hak bellediğin yolda yalnız da olsan gideceksin!"

Tevfik Fikret