27 Aralık 2012 Perşembe

Biz Yaratıcı Fikirleri Olan Aİleyiz



*Kendilerini rahatlıkla ifade edebilen çocuklar başkaları tarafından da anlaşılır ve onaylanırlar. Bu  nedenle çocuğunuza sevdiği sevmediği, istediği istemediği şeyleri ve çevrelerinde olup bitenlerle ilgili neler hissettiğini sorun.                                                                                                                                                           *Üzüntülü ya da sevinçli olduğunuzda çocuğunuzla bunu paylaşın. Böylece hem duyguların paylaşılmasını öğrenir hem de farklı duyguların varlığını anlar.                                                                              
 *Sabırlı olun, çocukların istenmeyen davranışlarını değiştirmek için zamana gereksiniminiz olduğunu   *Çocuğunuz anaokuluna gidiyorsa okula gidiş saatine özen gösterin. Kendi programınıza bağlı olarak bazen tam zamanında bazen geç saatte okula bırakırsanız çocuk güne daha önce başlamış arkadaşlarına katılmakta zorlanır. Benzer şekilde çocuğunuzu okuldan alırken de genel olarak tüm çocukların ayrılma zamanına denk gelmesine özen gösterin. Arkadaşları coşku içinde bir etkinliğe devam ederken henüz işini bitirmeden çocuğunuzu gruptan ayırıp almanız çocuğun başladığı işi tamamlama disiplinini tehlikeye sokar. unutmayın. Acele ederseniz hata yapma olasılığınız artar.                                                                                     *Çocuklar –mış gibi yapmakla ve hayal kurmakla öğrenmelerini zenginleştirirler. “Yalan söylüyor” sandığınızda o aslında size hayallerini anlatıyor olabilir. Çocuğunuzu yalancılıkla suçlamayın. Onun ne düşündüğünü, neden öyle düşündüğünü anlamaya çalışın.                                                                                                                           
 *Her gün mutlaka iki adet meyve yemesini sağlayın. Siz de yiyin ki sizi örnek alsın.                        *Çocuğunuzla bol bol oynayarak zaman geçirin. Ancak yine de çocuğun oyun arkadaşı gereksinimini bütünüyle karşılamış olamazsınız. Siz çocuğunuzu arkadaşı değilsiniz. Çocuğunuzun mutlaka yaşıtlarıyla beraber olmasını sağlayın.                                                                                          
  *Çocuklar  elektronik aletlere karşı çok meraklıdırlar. Evde kesinlikle dokunamayacağı aletleri gösterin. Fakat kontrollü olarak kullanabileceği birkaç aletin sorumluluğunu da çocuğunuza verin. Teybi, el süpürgesini kullanmak gibi.                                                         
 *Aynı sebzeden yapılmış farklı yemek türlerine dikkatini çekin. Patatesli yemekler, patlıcanlı yemekler, şekerli, pirinçli yiyecekler gibi.                                                                                              

 *Arabanız var ise ve bir park yerine arabanızı park ettiyseniz, arabanızı park yerinde çocuğunuzun bulmasını isteyin. “Arabamızı nereye park etmiştik? Bana yardım et de bulalım” gibi. Bu ona güven duyduğunuzu gösterdiği gibi  yön algısını da güçlendirir.
Sevgi Menüsü
Alıntı

23 Aralık 2012 Pazar

Sevgi Menüsü



*Çocuğunuza kendi çocukluğunuzu ve çocukluk anılarınızı anlatın. Aile büyükleriniz hayatta ise onlardan da yararlanın. Mümkünse resimlerinizi gösterin. Dünü ve bugünü yansıtan resimlerinizi birbiriyle karşılaştırın.
*Doğa canlandığında ağaçlardaki değişikliklere dikkat çekin. Okula ya da eve geliş yolunuzda kendiniz için bir ağaç seçin. O, sizin ağacınız olsun. Her gün ona ulaşmak, onu bulmak hedefiniz olsun. Gözlemlediğiniz değişiklikleri k. onuşun. İsterseniz önünde fotoğraf bile çektirebilirsiniz.
*Alışverişe çıktığınızda yiyeceklerin paketlenmesine dikkat edin. Farklı özelliklerdeki yiyecek ve içeceklerin paketlenmesindeki farklılıklar, yiyeceklerin özelliklerini keşfetmesi açısından dikkat çekicidir.
*Çocuğunuzdan sizin için bir şey yapmasını isteyin. Bu, çocuğun başkalarının gereksinimlerini anlamasını güçlendirir. "Benim için bir deodorant almanı istiyorum, benim yerime gazeteyi senin almanı istiyorum" vb.
Teşekkür etmeyi ihmal etmeyin.
*Kendi tombalanızı kendiniz yapın. Bunun için takvim rakamlarını, vesikalık fotoğraflarınızı, dergilerdeki resimleri, kendi çizgilerinizi vb. her şeyi kullanabilirsiniz. Tombalada hedef aynı resimleri eşleştirmektir.
(3-4 yaş için 6'lı tombala)
(5-6 yaş için 8'li tombala)


Alıntı

21 Aralık 2012 Cuma

Biz Birbirine Anlayış Gösteren Aileyiz


*Evinizde her zaman aynı yerde duran bir eşyanın yerini değiştirin ve çocuğunuzun bu değişikliği fark edip etmediğini gözlemleyin. Gerekirse dikkatini çekin.
*Gün içinde beklenmedik bir olayla karşılaştınız. Bu neşeli, hüzünlü, şaşkınlık vb. yaratan bir olay olabilir. Bunu mutlaka çocuğunuzla paylaşın. "Biliyor musun, bugün... oldu ve kendimi .... hissettim" gibi. Çocuğunuz alışılmışın dışındaki durumlarla karşılaştığında bunun herkesin başına gelebilecek doğal yaşamsal deneyimler olduğunu düşünsün. Ayrıca deneyimlerinin paylaşılması çocuklarla bizim aramızdaki ilişkiyi güçlendirir. Kendilerini ifade etme becerilerini de geliştirir.
*Okul ile ev yolunuz üzerinde devam etmekte olan bir inşaatı seçin ve çocuğunuzla beraber onun tamamlanma sürecindeki aşamaları takip edin. İnşaatın durması durumunda nedenlerinin neler olabileceğini tartışın. Böylece çocukların bütünü oluşturan parçalar arasındaki ilişkileri anlamasına da yardımcı olursunuz.
*Rekorlar kitabı hazırlıyoruz, rekorlar kitabına girmek ister misiniz? Çocuğunuzla "En" çalışması yapın ve okuluna gönderin. "En uzak yer", "en büyük saat", "en kalabalık yer", "en sessiz yer", "en yaşlı insan", "en güçlü insan", "en ince kitap"...
*Eğer yaşamdaysa babaannelerin, oğullarının çocukluklarıyla ilgili anılarını anlatmalarını sağlayın. Eğer yoksa babanın çocukluğunu bilen bir aile yakınından da yardım isteyebilirsiniz (anneanne ve kızı için de aynı çalışmayı yapın). Çocuğunuz, sizi hakkınızda başkalarının ne düşündüğünü öğrenmekten zevk alacaktır.
*Buzu inceleyin ve sonra buz dolu kabı güneş gören yere koyun ve süreç içinde değişimleri bereberce gözlemleyin. Suya dönüşen buzu yeniden dondurmak isterseniz evde bulunan farklı şekillerdeki kapları kullanın. Böylece çocuğunuz değişimi ve dönüşümü somut olarak gözlemlemiş olacaktır.
*Çocuğumuzu, hatalı bir davranışından dolayı istek duyduğu bir şeyden uzaklaştırmak yaygın bir yetişkin davranışıdır. Tv seyretmesine izin vermemek gibi. Ancak çocukların çok uzun süren (bir hafta, tüm gün vb.) uzaklaşmalarının etkisiz hatta yıldırıcı olacağını da unutmayın.
 *Mevsinm değişikliği nedeniyle kazakalrın kaldırılması ve yazlıkların çıkarılması işlemini mutlaka çocuğunuzla birlikte yapın. Böylece çocuk neden-sonuç ilişkisi kurmayı öğrenir. Ayrıca sorumluluk kazanır ve doğayı keşfeder.
*Çocuğunuza bilmeceler sorun. Ondan da size sormasını isteyin. Yeni bilmeceler öğrenmesini teşvik edin.
*Dört mevsim çocuğunuzun suyla oynayabileceği fırsatlar yaratın. Çamaşır-oyuncak yıkama,balkon yıkama, çiçek sulama vb. Su, çocuğu rahatlatır.
*Alışverişe çıktığınızda çocuğunuz istemeden "kendin için bir şey seçebilirsin" deyin. Bu, çocuğun kendi isteklerinin farkına varması konusunda giderek daha bilinçli ve duyarlı olmasını destekler. Ancak "şey'in ne olduğunu mutlaka belirleyin."Kendin için kitap/bisküvi/top seç gibi.


Sevgi Menüsü











18 Aralık 2012 Salı

Boşanmanın Çocuk Üzerindeki Etkileri


Anne-baba çocuklar hayata geldiği andan itibaren onlarla ilgilenir,  onların varolmalarını ve hayatta kalmalarını sağlarlar. Ebeveynler, çocukların en güvendikleri ve bağlandıkları kişiler olurlar, onlarsız bir hayatı düşünemezler. Anne-baba boşanmaya karar verip, birisi evi terk ettiğinde çocuklar büyük bir şok ve acı yaşarlar, olay onlar için korkunç bir felakettir. Çocukların güven duyguları derinden sarsılır, akut stres bozuklukları gözlemlenir.
Boşanma çocukları neden etkiler?
Çocukların hayatlarının başından itibaren onlarla ilgilenen, bakan anne-babaları vardır. Çocuklar anne-babaya bağlanırlar, bu da onları sağlıklı bir şekilde geliştirip, olgunlaştırır.  Çocuklar,  sevgi, güven,  onur,  sadakat gibi duyguları ebeveynleri ile sevgi ve güven dolu ilişkilerinden, birlikte yaşanan aile ortamından öğrenirler.  Anne-babanın beraber yarattığı ortam onların en güvenli alanlarıdır, bu ortamın sonsuza dek bozulmayacağına inanırlar.  Boşanma ile anne-babadan biri evden gidince,  bir anda çocukların en güvenli alanları yıkılır. Çocuklar ayrılıktan sonra bir daha anne-baba birlikteliğinin olamayacağını anlar,  bilinmeyen bir gelecekten korkarlar. Boşanma çocuklar için çok sarsıcı, onların gelişimini etkileyici bir olay olur.
Boşanma kararı çocuklara bildirilmeli mi?
Bazı ebeveynler çocuklarının anlamayacağını düşünerek ayrılma kararlarını çocuklarına söylemezler. Bazen de ayrılmayı isteyen ebeveyn üzücü sahneler yaşamamak için sessizce evden çıkar, açıklamayı kalan ebeveyne bırakır. Bu gibi durumlar,  çocuğun kafasını karıştırır, ayrılığa yanlış anlamlar verip, mantıksız nedenler uydurur, kendini reddedilmiş hisseder. Doğrusu, boşanmaya karar veren anne-babanın aralarında konuşup anlaşarak bu kararlarını birbirlerini suçlamadan,  sakin, yumuşatılmış bir şekilde çocuklarına bildirmeleridir. Onları, bu kararlarının, çocuklarının dışında,  müşterek yaşantılarının bir sonucu olduğunu,  ayrılıktan sonra da her iki ebeveynin de onlara alıştıkları şekilde bakıp,  seveceklerine, kesinlikle çocuklarını terk etmeyeceklerine ikna etmelidirler.
Boşanmanın çocuklar üzerinde bıraktığı kayıp hissi nedir?
Ebeveynleri boşanan çocuklar, aile düzenlerinin bozulmasıyla,  eski güvenli hayatlarında edindikleri bazı şeyleri kaybettikleri hissine kapılırlar. Çocukların bu kayıplar ile kendi başlarına baş etmeleri çok zordur,  anne-babanın yakın ilgisi gerekmektedir. Hatta bazı durumlarda, üzüntü ve korkularını akrabalar veya aile dışından bir terapist ile paylaşmaları faydalı olur. Çocukları etkileyen başlıca kayıp düşünceleri şunlardır:
  • Ailenin sonsuza kadar dağılmayacağı,  güvenli düzenlerinin bozulmayacağı inancı ve realitesinin kaybolması.
  • Güven duygusunu öğrendikleri aile düzenlerinin bozulması ile güven hissini kaybetmeleri.
  • Aile yaşantısındaki değişiklikten dolayı,  düzen ve alışkanlıklarını kaybetmeleri. Bu kayıp, ergenlik çağında zaten birtakım değişiklikler yaşayan ve bunlarla baş etmeye çalışan gençleri daha da fazla etkilemektedir.
  • Çocuk için alışkanlıklar emniyet hissi verir. Boşanmadan sonra bazı alışkanlıklarının değişmesi ile çocuk,  emniyet duygusunu da kaybeder.
  • Çocuklar, boşanmada üzülen ebeveyni korumaları altına alırlar, bu şekilde onları ayakta tutarak kendilerinin de ayakta kalabilmelerini sağladıklarını sanırlar. Ancak bu rol onlara çocukluklarını kaybettirir, zamanından önce büyümelerine ve olgunlaşmalarına yol açar.
Boşanmadan sonra çocuklarda görülen ortak tepkiler nedir? Nasıl davranılmalıdır?
Ailenin dağılmasından sonra yeni düzene uyum sağlamakta güçlük çeken çocuklarda değişik duygusal tepkiler gözlemlenir. Bu dönemde anne-babaların,  çocukların duygularını göstermeleri ve onlarla yüzleşmelerini sağlamaları gerekir. Çocuklar duygularını açığa çıkaramazsa ileriki yaşlarda depresyon, endişe, kişilik sorunları, konsantrasyon bozukluğu, yalnızlık korkusu gibi rahatsızlıklar yaşayabilirler. Boşanmadan sonra çocuklarda sıklıkla görülen tepkiler şunlardır:
Korku : Boşanmadan sonra bilinmeyenlerin yarattığı korku bütün çocuklarda görülür. Çocukların yaşlarına , onları korkutan konulara göre değişir. Ayrılan anne-baba, çocuklara korkularını anlattırıp, onların güvenini sarsmayacak şekilde davranmalı ve asla terk edilmeyeceklerini hissettirmelidirler.
Üzüntü : Çocukların hayatında ebeveynlerin yerini kimse tutamaz ve çocukların iki ebeveyne de ihtiyaçları vardır. Ayrılık ile bir ebeveynin günlük yaşantıdan çekilmesi bütün çocukları üzer. Ağlamak ve üzgün olmaktan başka çocuklar, üzüntülerini yalnız kalmayı istemek, az konuşmak, ters davranış, öfke, üzüntülü resimler çizmek gibi yollarla da gösterebilirler. Ebeveynler, çocukları ile duygularını tartışıp, paylaşıp onları rahatlatmalıdırlar.
Öfke : Çocuklar, anne-babalarının boşanmalarına duydukları öfkeyi kavga, yakınlarına bağırma, kırıp dökme ile gösterebilirler. Bu durumda ebeveynler öfkeyi görmezden gelmek veya bastırmak yerine, kabul edilir sınırlar içinde, çocukların öfkelerini dışavurmalarına izin vermelidirler. Bazen çocuklar öfkeden içlerine kapanır. Onlara da öfkeyi söze döktürtmek gerekir.
Suçluluk : Çocuklar kendilerinin dünyanın merkezi olduğuna inanırlar ve her olayın nedeninin kendileri olduğunu düşünürler. Bundan dolayı,  anne-baba ayrılığının kendileri yüzünden olduğuna inanıp, suçluluk duyabilirler. Hatta çoğu zaman tekrar birleşmenin kendilerine bağlı olduğuna inanırlar. Anne-baba, tutarlı olarak çocukları, boşanmalarında onların etkilerinin olmadığını,  olayların onların tamamen dışında geliştiğine ikna etmeleri gerekir.
Yalnızlık : Ayrıldıktan sonra ebeveynlerden birinin evden gitmesi ve yeni yaşam biçimi çocukların kendilerini yalnız hissetmelerine neden olur, onların korkularını, üzüntülerini arttırır, hayali arkadaş bulmaya iter. Yalnızlık hissini önlemek için ebeveynlerin çocukları, yalnız geçirecekleri zamanda hoşlarına gidecek, rahatlatacak aktivitelere yönlendirmeleri faydalı olur.
Gerileme : Ayrılıktan sonra çocuklar, zor durumlarından kaçmak  ve rahatlamak için, gelişimini tamamladıkları bir aşamaya geri dönebilirler. Örneğin, parmak emme, yatağı ıslatma gibi. Bunu duygularını kontrol edemedikleri için yaparlar. Ebeveynler bu dönemde onları cezalandırmayıp, rahatlatmaya çalışmalıdır.
Uyku bozuklukları ve yemek yeme sorunları : Ailenin dağılmasına tepki olarak çocuklarda uykusuzluk,  yemek yeme alışkanlıklarında sorunlar görülebilir. Bu durumlarda ebeveyn çocuğun alıştığı düzeni bozmamaya özen göstermeli, gerektiğinde bir doktora danışmalıdır.
Okul sorunları : Boşanmanın çocuklarda yarattığı karmaşık duygulardan dolayı,   çocuklar okulda başarısızlık yaşayabilir veya saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Genelde bu davranışlar boşanmanın olumsuz etkileri azaldıkça düzelir. Ebeveynlerin, çocuklarının okul durumlarını öğretmenleriyle düzenli olarak takip etmeleri gerekir.
Fiziksel sorunlar : Çocuklar duygularını rahatça açığa vuramadıklarında veya stres altında olduklarında mide,  baş, göğüs ağrıları, kramp gibi fiziksel sorunlar yaşayabilir. Bu sorunları ilgi çekmek için zannedip önemsememek doğru değildir, bir doktora göstermek gerekir.
Çocukların boşanmaya uyum sağlamaları neye bağlıdır?
Çocuklar için,  ailenin dağılması ve bunu düzeltmek için kendilerinin bir şey yapamaması kabullenmesi zor bir olaydır, onları derinden sarsar. Yeni yaşantılarına alışmaları ve uyum sağlamaları hayatlarındaki karmaşalığın büyüklüğüne ve anne-baba arasındaki anlaşmazlığın yoğunluğuna, onların olaylara karşı tepkilerine bağlıdır. Boşanmadan sonra anne ve baba kendi sorunlarını ne kadar hızlı çözüp,  hayatlarını ne kadar çabuk düzene sokabilirlerse, birbirleriyle ilişkileri ne kadar kavgasız olursa, birbirlerine ne kadar dostça yaklaşabilirlerse,  çocuklar da o kadar çabuk sakinleşir ve yeni yaşantıya uyum sağlayabilirler.  Ama velayet sahibi ebeveynin kendisi boşanma ile baş edemeyip, üzüntüsünü,  stresini, öfkesini çocuklarına yansıtırsa çocukların da tepkileri daha şiddetli,  alışmaları yavaş ve zor olur.
Boşanmanın ardından çocukların en çok neye ihtiyacı vardır? Onlara nasıl yardımcı olunabilir?
Çocukların boşanmanın ardından yaşadıkları karışık duyguları çözmede yardımcı olmak için iki ebeveynin de çocuklarla her zaman yakın ilişki içinde olması gerekir. Çocuklarla ilgilenirken aşağıdaki noktalara dikkat ederlerse onların sorunlarını çözmelerinde daha faydalı olurlar:
  • Çocukların boşanmanın ardından yaşadıkları karışık duyguları çözmede yardımcı olmak için iki ebeveynin de çocuklarla her zaman yakın ilişki içinde olması gerekir. Çocuklarla ilgilenirken aşağıdaki noktalara dikkat ederlerse onların sorunlarını çözmelerinde daha faydalı olurlar:
  • Çocuklarla mümkün olduğu kadar çok birlikte zaman geçirip, onları dinlemeye istekli olmak, duygularını paylaşmak.
  • Çocuklara anlayış  göstermek, duygularını önemsemek, yargılamaktan kaçınmak.
  • Eski eşle çocukların yanında kavga etmemek, sürtüşmemek.
  • Çocukların her iki ebeveyne de ihtiyaçları olduğunu,  ikisini de sevdiklerini kabullenip, onların önünde diğer ebeveyni eleştirmemek, hatta çocukların ona olan bağlılığını desteklemek.
  • Çocuklara kendilerini yalnız hissetmemelerini sağlatmak, onları her türlü sorunun üstesinden kendi başlarına gelebileceklerine inandırmak.
  • Çocuklar yaşlarına göre çocuksu davranışlarda bulunurlarsa onlara karşı sabırlı olmak, ilgi göstermek,
  • Çocukların arkadaşlarını eve çağırmalarını desteklemek.
  • Çocukların boş zamanlarını sadece televizyon veya video oyunları ile geçirtmeyip, ilgilendikleri alanlarda eğitici aktiviteler ve spor faaliyetlerinde bulundurmak.
  • cezalandırmamak veya alay etmemek.
  • Çocukların yalnız kalma ihtiyaçlarına anlayış gösterip, evde yalnız kalabilecekleri bir yer sağlamak.
  • Çocukları izlemek, ne yaptıklarını, nereye gittiklerini, davranışlarını takip etmek. Çocuklara her iki ebeveynin de bulundukları yeri söylemek, ulaşılabilir olmak.
  
       

16 Aralık 2012 Pazar

ANAOKULUNUN ÖNEMİ


Çocuğun beyni her yeni uyaranla çiçeklenir. Bir çocuk ne kadar çok öykü dinler, ne kadar gülücükle karşılaşır, ne kadar yeni şeyle tanışırsa zihninde o kadar sinir hücresi tomurcuklanır. Çocuk beynini geliştiren şey yeni yaşantılardır. Eğer bir çocuğu hiç yaşantının olmadığı, çocuğun çevresiyle iletişiminin kesildiği bir ortama koyarsak, o çocuk bir süre sonra solar, dünyaya küser.  Okul öncesi eğitim çocukların ruh dünyasını zenginleştirmek için eşsiz bir fırsattır. Erken çocukluk dönemi, çocuğun gelişiminde, sağlıklı bir birey olarak yetişmesinde temel yapı taşlarının atıldığı kritik ve önemli bir dönemdir. Çocuğun 7 yaşına kadar, yani ilköğretime başlayıncaya kadar geçen sürede gelişiminin büyük bir kısmı tamamlanmış olur.
Erken çocukluk dönemini biraz daha ayrıntıyla anlatmak gerekirse, erken çocukluğun, ilk temasın, anneyle başladığını söylemek şüphesiz ki doğru olacaktır. Bebek, dünyaya gözlerini açtığında, ilk olarak anne gözüyle temas kurar. Annenin bakışıyla dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Eğer anne mutlu bakarsa, mutlu olmayı; üzgün bakarsa, huzursuz, üzgün olmayı öğrenmeye başlar. Doğum öncesi ve doğumdan sonraki ilk 5-6 ay, bebeğin anneyle bir bütün olduğu, annenin tüm kimliklerini unutup, sadece anne olarak bebekle olduğu bir dönemdir. Psikanalist Salman Akhtar’ın bebeğe dair kullandığı metafor bu konuyu oldukça güzel açıklamaktadır aslında. Ona göre, çocuk tam bir gül tohumudur. Ona çok fazla sıcak ve çok fazla su vermezseniz, çocuk kendi kendine büyür. Bu noktada, annenin çocuğuyla yeterince iyi ilgilenmesi, çocuğun bu süreçteki gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
Çocuğun anneyle ve babayla kurduğu ilişkinin, çocuğun duygusal, zihinsel, fiziksel, sosyal gelişimine etkisi oldukça büyüdür. Ancak çocuk büyüdükçe, kendisini ifade etmeye başladıkça, sadece anne ve babanın varlığı çocuğa yetmemeye başlar. Çocuğun sağlıklı bir birey haline gelebilmesi için, bağımsızlaşmaya da ihtiyacı olmaktadır. Bebekliğin ilk aylarında, çevresinin anneden oluştuğunu düşünen bebek, zaman geçtikçe keşfe çıkmakta ve etrafında farklı nesnelerin olduğunu da farketmeye başlamaktadır. Bu süreçte, artık kendi akranlarıyla oyun oynama ihtiyacı artmakta, ve bu keşifler dünyasında kendisine bir yer edinmeye çalışmaktadır. Çocuk, annesiyle güvenli bir bağ kurduktan sonra, diğer bir deyişle, annenin varlığından, onun sevgisinden emin olduktan sonra, kendi alanında var olmayı öğrenmeye başlamaktadır. Bu süreçte, çocuğun anaokuluna gitmesini desteklemek önemli olacaktır.
Anaokulunun en önemli katkılarından bir tanesi, hem anneye hem de çocuğa sağladığı bağımsızlaşma duygusudur. Diğer bir deyişle, anne, bebeğini dünyaya getirdikten sonra, hayatını onun üzerinden yaşamaya, ve hayatını sadece onun varlığında tanımlamaya başlamaktadır. Anne, ilk zamanlar, avukat olduğunu, eş olduğunu, kız kardeş olduğunu, annesinin çocuğu olduğunu, kısacası birçok sahip olduğu kimliği unutup, sadece anne olarak var olur. Annenin çocuğunu anaokuluna başlatması, aslında anneye de çocuğundan ayrılmayı öğretebileceği bir alan sağlar. Salman Akhtar’ın bu noktada söylediği bir sözü hatırlamak önemli olacaktır: “Anne, çocuğunu önce rahminde tutar, sonra kucağında tutar, daha sonra ise aklında tutar”. İşte , aslında anaokulu süreciyle birlikte anne de, çocuğundan ayrı kaldığı süreçte, çocuğunu zihninde tutabilmeyi öğrenmeye başlar. Bu nedenle, anaokuluna başlama sürecinde, annenin de ayrılığa kendisini hazır hissetmesi, çocuğun okula alışmasında önemli olmaktadır.
Anaokuluna başlama, yukarıda da bahsedildiği gibi, çocuğun da bağımsızlaşmasına katkı sağlamaktadır. Ailede başlayan gelişim süreci, anaokulunun da devreye girmesiyle, çocuk için devam etmektedir. Çocuk, anaokulunda kendi yaşıtlarıyla bir araya gelmekte, onlarla iletişim kurmakta ve bağımsızlığını burada, belli kurallar içerisinde deneyimleyebilmektedir.
Anaokulunun çocuk için bir diğer önemli yanı ise, çocuğun fiziksel, duygusal, zihinsel, dilsel ve sosyal gelişimlerini en sağlıklı biçimde geçmesine olan katkılarıdır. Çocuk, belirli kurallar içerisinde akranlarıyla iletişime geçerek, oyun oynamayı, paylaşabilmeyi öğrenmeye başlar. Kendini ifade etmeyi öğrenip, yaratıcı yön ve becerilerini fark ederek, sosyal bir birey olarak yetişmeyi öğrenir. UNICEF, okul öncesi eğitimi, anaokullarını, “Yaşama en iyi başlangıç” yeri olarak görmekte, bu konudaki çalışmalarını da hızla sürdürmektedir.
Bazen anne-babalar, çocuklarının anaokuluna gitmese de, sayıları, renkleri, şekilleri tanıdıklarını, 20’ye kadar sayabildiklerini, rahatça konuşabildiklerini söyleyip, anaokuluna gitmesinin gerekli olmadığını düşünmektedir. Ancak, görünen tablo aslında sadece sayıları, şekilleri, renkleri tanımaktan oluşmamaktadır. Çocuk sayı saymayı, renkleri, şekilleri bilse de, anaokulu, çocukların yaşıtlarıyla kurduğu ilişkide beklemeyi öğrendiği, sırayla oynamayı ve nasıl dinleyeceğini öğrendiği de bir yer olmaktadır. Zihinsel gelişimin yanı sıra, çocuk sosyal bir varlık olarak, sosyalleşmeyi ve bunu belli sınırlar içerisinde gerçekleştirmeyi öğrenir. Oyunlarda aldığı rollerle, kendisini ifade etmeyi öğrenmekte, geliştirmiş olduğu bu sosyal beceriler de çocuğun kişilik gelişimi için önemli olmaktadır.
Anaokulları, çocuğun kendi yaşıtlarıyla oyun oynayabileceği de bir alan yaratmaktadır. Oyun, çocuğun dilidir. Çocuk, üzüntüsünü, mutluluğunu, öfkesini, oyun aracılığıyla dışarı çıkarır. Son yıllarda, teknolojinin hayatın içinde kapladığı o büyük alan nedeniyle, yetişkinler de çocuklar da, iletişim kurmayı unutmaya başlamaktadır. Günümüz çocuğu, artık oyuncaklarla oynamak yerine, ipad ile oynamakta, yapboz alıp, odasında oynamaktansa, bilgisayardan internete girerek, internette yapboz oyunları çözmektedir. Bu durum, çocuğun sosyal yaşantısını da etkilemekte, anneler büyük bir kaygıyla, “Çocuğumu bilgisayar, televizyon karşısından alamıyorum, O, daha çok küçük” diye yakınmaktadır.  Eskiden sokaklarda saklambaç, dokuz taş, misket oynayarak, sosyalleşen çocuklar, oyun parklarının azalması, her ebeveynin çalışmak durumunda olması nedeniyle, artık bakıcılar eşliğinde yalnız bir birey olarak büyümektedirler. Anaokulları, bu noktada, çocuğun “çocuk” olarak var olmasını sağlamaya yardımcı olmaktadır. Çocuklar, ipad’den, televizyondan, bilgisayardan uzak kalarak, yine legolarla, yapbozlarla oynayabilmekte, kendi akranlarıyla iletişime geçip, beraber oyun kurabilmeyi, beklemeyi, dinlemeyi, paylaşmayı öğrenebilmektedir. Her çocuğun sosyal ortama, arkadaş edinmeye ihtiyacı vardır.

Alıntı

12 Aralık 2012 Çarşamba

Kahve Ve Kitap Keyfi Yeniden













Sevgili dostlarım, merhaba! Alın elinize kahvenizi ve kitaplara bir göz atın! Beğendiğinizi alın, okuyun!



















Davranışlara Söz Geçirmek - Sözsüz Disiplin
Çocukların problemli davranışları altında yatan asıl sebepler ne? Bazı davranışlarındaki gizli detaylar nasıl farkedilebilir? Çocukların davranışlarını doğru anlamak ve çözüm olarak doğru davranış modelini geliştirmenin anahtarı "Davranışlara Söz Geçirmek - Sözsüz Disiplin"de!

Sabiha Paktuna Keskin; Çocuk Sağlığı ve Gelişimi, Uygulamalı Davranış Analizi gibi önemli konularda Türkiye'nin önde gelen profesörlerinden biri. Yeni kitabı ise çocukların davranışlarını doğru okumak, güvenli aile-çocuk ilişkisi ve doğru davranışların seçilebilmesi için sözsüz disiplin üzerine kurulu. Rahat okunabilen kullanışlı boyutu ile tamamı renkli olan eserde Keskin, davranışbilim ve gelişimsel nörolojik bilimlerden yararlanarak davranışlara söz geçirebilmenin yollarını arıyor. Kullanılabilecek yöntemler ayrıntılarıyla Davranışı Anlamak, Davranış Analizi, Davranışın Gelişme Süreci ve Çözüm Üretmek olmak üzere dört ana başlık altında anlatılıyor. Ayrıca kitapta her konuya uygun onlarca ebeveynin mektup örnekleri de yer alıyor.

Tam 228 sayfadan oluşan "Davranışlara Söz Geçirmek - Sözsüz Disiplin", başta anneler olmak üzere; 0-2 yaştan, 6-10 yaşa kadar çocuk gelişimi konusunda doktorlar ve eğitmenlere de rehberlik edecek olan bir eser.


Annelik Akademisi/Bebeğimi Beklerken

Anne adaylarının en güvenilir yardımcısı Bebeğimi Beklerken çıktı!

Anne adaylarının en önemli ihtiyaçları arasında; hayatlarını değiştirecek olan minik kalp atışlarını duydukları andan itibaren, kapsamlı ve güvenilir bilgi birikimi yer alır.

Annelik Akademisi kapsamında Türkçe içeriği Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin editörlüğünde hazırlanan Bebeğimi Beklerken uluslararası kaynaklarca tavsiye edilen bilgilerden oluşuyor.

165 sayfalık bu olağanüstü rehber; doğum öncesi gelişimden hamileliğe ve yenidoğan bireyin hukuki haklarına kadar, annelerin gebelik, doğum ve yenidoğan bakımı ile ilgili tüm bilgi ihtiyaçlarını karşılamak üzere hazırlandı.

Anne adaylarına bu heyecanlı süreçte rehberlik etmesi amaçlanan Bebeğimi Beklerken, tamamı renkli, açıklayıcı, anatomik görsel ve fotoğrafların yanı sıra kolay anlaşılır sade metni ve kapsamlı bilgileriyle hayatınızın en önemli döneminde elinizden düşüremeyeceğiniz bir başucu kitabı olacak.


























10 Aralık 2012 Pazartesi

Çocukta Yeme Sorunu


Yeme sorunlarının başında gelen, yemeği reddetme ya da seçici davranma çocuklarda sık görülen olumsuz bir yeme davranışıdır. Çoğu durumda çocuk iyi besleniyor, ancak ailesinin beklentisi doğrultusunda yemiyordur. Anne, çocuğunun daha iyi, daha çok yemesini istemektedir. Başkalarının çocukları çok daha güzel yemektedir. Hele yemek bulamayan çocuklar kendi çocuklarının istemediklerini yemek için can atmaktadır.

Bu durumun temelinde bebeklik döneminden beri gelen yanlış beslenme yöntemleri ve yaklaşımları söz konusudur. Gerçek anlamda iştahsızlık, çocuğun besini almak istememesi ile ortaya çıkan bir durumdur. Kansızlık, bağırsak parazitleri, hastalıklar çocukta iştah kaybına yol açabilir. Bu gerçek anlamda iştahsızlıktır. Yeme isteği kaybolmuş, hemen hemen hiçbir şeyi yemek istememektedir. Bu durumda kilo kaybı kaçınılmazdır. Kısa süreli bir hastalık nedeniyle ortaya çıkan bu gibi durumlar geçicidir ve asıl sorun ortadan kalktığında süratle iştah düzelir ve kaybedilen kilolar çabucak geri alınır.

Gerçek olmayan iştahsızlık durumunda ise çocuk yeme konusunda isteksiz ya da bazı yiyecekleri yemek istemesine karşın bazılarını yemek istememektedir, seçici davranmaktadır. Sonuç olarak bu ocuklar kilo kaybetmezler, aksine sıklıkla normal kiloda hatta olması gerekenden fazla kiloda bile olabilirler. Yemeleri uygun olmayan birçok yiyeceği iştahla yerken sağlıklı yiyecekleri yemek istememektedirler.

Okul öncesi yaşlarda gerek iştahsızlık, gerekse besini reddetme ya da seçici davranma gibi yeme sorunları, büyük ölçüde psikolojik nedenlerle ortaya çıkar. Bu yaşlarda beslenme, çocuk ve ailesi arasında duygu alışverişini belirtmenin en iyi yoludur. Çocuk, ona bakan kişilerin bu konuya verdikleri önemin bilincine kolaylıkla varır. Bunu kendi iletişimi için kullanır. Yemek yemeyi istemedikçe etrafındakiler onunla daha çok ilgilenmektedirler. O da bu ilginin devam etmesi için yemeyi red ederek, sorunun uzamasını tercih edebilir.
Bazı çocuklar dikkat çekmek için beslenmeyi reddedebilirler. Bu durumda yemekten önce çocukla oynamak çözüm olabilir. Çocuk tarafından yiyeceğin reddedilmesi, anne-babaya karşı kullanılan güçlü bir silahtır. Bu silahı hiçbir zaman çocuğun eline vermemek, verilmişse geri almak uygun olur. Aile ile çocuk arasında yaşanan olumsuz yeme davranışı ile ilgili gerginliklerin devam etmesi, daha büyük ve çözümlenmesi zor sorunlara yol açabilir. Ailenin, çocuğun yemeğini yemesi konusuna çok önem vermediği mesajını vermelidir.

Olumsuz yeme davranışı olan çocuklara yaklaşımda aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi yararlı olabilir.
  • Çocukların yemekten 1 saat önce ve yemek sırasında sıvı alımları azaltılmalıdır. Bu midenin dolarak gerilmesine ve yalancı tokluk hissine yol açabilir.
  • Çocuk biberon kullanıyorsa, biberon bardakla değiştirilmeye çalışılmalıdır. Çünkü biberon ile beslenme bebeklik döneminde kalmalı, çocukluk döneminde sıvılar bardakla alınmalı, diğer yiyecekler çiğneyerek yutulmalıdır. 
  •  Günlük süt tüketimi 2 su bardağını aşmamalıdır. Sütün fazlası beslenmeyi bozabileceği gibi demir emilimini engelleyerek kansızlığa da yol açabilir.
  • Çocuğun besin seçimindeki öncelikleri dikkate alınarak farklı çeşitte besinler sunulmalıdır. Bu konuda onun tercihleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Fakat bu her zaman köfte, kızarmış patates, pilav, makarna olarak değil de yemesi gerekli olan besin gruplarından onun tercih etmesine fırsat verilmesi tarzında olmalıdır. Örneğin kırmızı et yemesi için köfte, yemeğin içinde kıyma, parça etli yemek, sulu köfte vb. şekilde kırmızı et içeren farklı menülerden kendi tercihine yönlendirilebilir.
  • Yemek porsiyonları annenin kendi ölçülerine göre değil, çocuğun gereksinimine göre ayarlanmalıdır. Genellikle anneler, porsiyonları kendilerine göre düşünmektedir. Toplam mide kapasitesi 300 ml olan bir çocuk 200 ml çorba içtikten sonra ancak 100 ml (yaklaşık yarım su bardağı) başka bir besini alabilecektir. 
  •  Bir öğünde verilen besin reddedildiyse, tamamen farklı bir besin denenmeli ve onun da reddedilmesi durumunda, bir sonraki öğüne kadar herhangi bir besin verilmeden beklenmelidir. Bir sonraki öğün zamanında önce istese de bir sonraki öğünü beklemesi gerektiği söylenmelidir. 
  •  Ara öğünler küçük porsiyonlar şeklinde olmalıdır. Bu daha sonraki ana öğüne acıkmasını sağlayacak kadar olmalıdır.
  • Herhangi bir nedenle ödül olarak şeker ve tatlı türünden besinler verilmemelidir. Genel olarak ödül – ceza yemek konusunda uygulanmamalıdır. Bu uygulandığında yemek yemenin stratejik bir olay olduğu mesajı çocuğa verilecektir.
  • Yiyecekler çocuğun kolayca yiyebileceği ve ilgilenebileceği biçimde hazırlanmalıdır. (Örneğin küçük dilimlenmiş havuç, salatalık, küçük şekillenmiş köfte, sigara böreği, karikatürize edilmiş kurabiye, kek vb)
  • Çocuklar anlatılanı değil, gördüklerini taklit ederek öğrenirler. Bu nedenle anneler, babalar ve çocuğun bakımından sorumlu diğer kişiler olumlu (tutarlı ve benzer) yeme davranışı içinde olmalıdır. Çocuğa yedirmeye çalıştığı yemeyi kendisi yemiyorsa bu hiç de iyi bir örnek olmayacaktır.
  • Grup halinde yaşıtlarıyla ya da arkadaşının evinde, restoranda, piknikte yemek, çocuklarda, özellikle seçici çocuklarda olumlu yeme davranışının gelişmesine yardımcıdır. Evde yeme sorunları olan çocuklar bu gibi durumlarda kötü davranışlarını terk edebilirler.
      
  •  Geçici olarak bir yiyeceğe düşkünlük veya reddetme, bu yaş çocuklarda görülen yaygın bir sorundur. Normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilen bu durum, çocuğun bağımsızlığının bir ifadesidir. Bir süre için istemediği bir besini bir süre sonra çok sevebileceği gibi sevdiği bir besini de sonra istemeyebilir.
  • Yemek saatlerinin çocuğun gününün hoş bir bölümü olmasına özen gösterilmelidir. Ailesi birlikte olduğu, hoş anların yaşandığı bir zaman dilimi olması sağlanmalıdır. Aksi takdirde yemek zamanı çocuğun hiç hoşlanmadığı bir an olabilir.
  • Reddetme durumunda, çocuğu yemek konusunda zorlama doğru değildir. Bu sorunları daha kötüleştirir. Reddedilen besin daha sonra tekrar denenmelidir. Bir öğün, bir gün hatta biraz daha uzunca bir süre yemek yememesi çocuğun genel durumu konusunda zarar vermeyecektir. Yaşayan bir canlı olarak kısa bir süre sonra acıkacak ve yemek isteyecektir.

    Alıntı

5 Aralık 2012 Çarşamba

Küçük Çocuklarda Alt Islatma Sorunu


Gece altını ıslatma, gece uyku sırasında farkında olmadan idrar yapma olarak tanımlanabilir. Normalde çocukların çoğu hem tuvalet eğitiminin etkisi hem de mesane kapasitesinin gelişmesi sonucu 2-4 yaş arasında idrarlarını hem gece hem de gündüz tutmayı becerirler. Gece altını ıslatma çoğu zaman mesane gelişimindeki gecikmenin bir sonucudur, bu nedenle de yaşla sıklığı azalır. Üç yaşındaki çocukların %40’ı altını ıslattığı halde bu oran 5 yaşında %20’ye, 6 yaşında %10’a düşmektedir. Erkek çocuklar kızlara göre daha sık altını ıslatma sorunu yaşamaktadır. Aileler 5-6 yaş civarında bu sorunla ilgilenmeye ve genellikle de 7-8 yaşında hekimlerden yardım istemeye başlarlar. Ülkemizde 7-11 yaşındaki erkek çocukların %16’sında, kızların ise %11’inde altını ıslatma sorunu olduğu bildirilmektedir.

Nedenleri


Gece altını ıslatmanın iki tipi vardır. Eğer çocuk hekime getirilinceye kadar devamlı altını ıslatıyorsa PRİMER (birincil) tip, en az 6 ay kuru kaldıktan sonra altını ıslatmaya yeniden başlamışsa SEKONDER (ikincil) tip altını ıslatmadan söz edilmektedir. Altını ıslatan çocukların büyük çoğunluğu birincil altını ıslatma gurubunda toplanmaktadır. Bazen altını ıslatmaya sık ve acil idrar yapma ihtiyacı duyma gibi bulgular eşlik edebilir. Gece altını ıslatma, nedenlerine göre fizyolojik ver organik olmak üzere iki guruba ayrılarak incelenmektedir.

Fizyolojik Nedenler


Gece altını ıslatan çocukların büyük bir gurubu (%90-95’i) fizyolojik altını ıslatma gurubunda toplanmaktadır. Bu çocukların gece uykuda mesane doluluğunu hissetmelerinin yetersiz, mesane kapasitelerinin küçük ve uyku derinliklerinin fazla olduğu bildirilmektedir. Esas önemlisi altını ıslatmanın büyük oranda genetik yatkınlığa dayanmasıdır. anne ve babadan birisinde altını ıslatma öyküsü varsa çocukta %45, ikisinde birden varsa %77 oranında altını ıslatma sorunu yaşanmaktadır. Aile öyküsü olan vakalar iyileşme zamanı bakımından ailelerine benzer bir seyir göstermektedirler.

Organik Nedenler


Altını ıslatan çocukların %2-3’ünden şeker hastalığı, böbrek hastalıkları, mesane hastalıkları gibi sorunlar saptanmaktadır. Vakaların %5-10’unda ise altını ıslatmaya sık ve acil idrar yapma ihtiyacı gibi yakınmalar eşlik etmektedir. Bunlar “polisemptomatik altını ıslatma” olarak tanımlanmaktadır. Bu çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu, idrarda bakteri olması, kabızlık ve bazen besin allerjisi saptanmaktadır. Ayrıca son yıllarda halk arasında “geniz eti” olarak bilinen adenoid vegatasyonlu çocuklarda yüksek oranda altını ıslatma görüldüğü ve ameliyat sonrası yakınmalarının geçtiği üzerinde durulmaktadır.

Genel olarak psikolojik olaylar daha önce bahsedilen primer altını ıslatma sorununa yol açmazlar. Bu nedenle de altını ıslatan çocukların büyük çoğunluğunda bir ruhsal sorun aramaya gerek yoktur. Ayrıca kötü çocukların altını ıslattığı gibi ön yargıların geçersiz olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bir ruhsal sorundan sonra altını ıslatma yaşanıyorsa bu genellikle fizyolojik altını ıslatmanın tekrar ortaya çıkmasıdır. Davranışsal gerilemesi olan çocuklarda gece altını ıslatma yanında okul başarısızlığı, korku gibi ek bulgular vardır ve bunların mutlaka çocuk psikiyatristleri tarafından görülmesi gereklidir.

Çocuğa Yaklaşım


Hemen en önemle belirtmeliyiz ki altını ıslatmanın kendisinden çok, bu çocuklara ailelerin ve toplumun yanlış tutumları zarar vermektedir. Bunların içinde en tehlikelisi “Altına yapan kızını sobaya oturttu” gibi haber başlıklarına konu olan cinsel bölgelere yönelik cezalandırma girişimleridir. Bu tür tutumlar, çocuklar üzerinde etkisi ömür boyu sürecek izler bırakmaktadır. Altını ıslatan çocukların fizyolojik bir gelişme gecikmesi yaşadığı (bir tür diş çıkarmanın, konuşmanın gecikmesi gibi) ve ailenin temel görevinin çocuğun benlik saygısı zedelenmeden bu sorunu atlatmasını sağlamak olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle altını ıslatan çocukların en geç 6 yaşında konuyla ilgilenen bir çocuk hekimi tarafından değerlendirilmesi ve gerekli incelemeler yapıldıktan sonra bir tedavi planı yapılması gereklidir.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Çocukta Paylaşma Duygusu


Paylaşmak  doğuştan gelen bir özellik değildir, öğrenilir. Bazen ebeveynler gelişim olarak uygun olmadan önce paylaşım beklerler. Eğer evde birden fazla çocuk varsa muhtemelen paylaşma konusunda kavgalar olacaktır, bu doğaldır.
Paylaşım, sahiplik ve saygı ile ilgilidir. Çocuğun eşyalarını paylaşmayı öğrenmeden önce onlara sahip olmayı öğrenmesi gerekir. Sahip olma duygusu gelişmeden paylaşma duygusu gelişmez. Özellikle küçük çocuklarda sahip olma duygusu gelişmediğinden verdiği bir eşyayı bir daha geri alamayacağını düşünebilir. Eğer bir oyuncak, giysi, yatak odası çocuğa aitse o istemedikçe ondan paylaşması beklenmemelidir.
Paylaşmayı öğrenmenin yolu gözlem ve rehberliktir. Çocuklara paylaşım konusunda öncelikle kendimiz model olmalıyız. Çevredeki yetişkinleri paylaşım örnekleri sergilerken görmek de çocuk için çok önemlidir.
Çocuğa paylaşmayı öğretirken ilk adım kontrolün onda olduğunu çocuğa hissettirmektir. Şimdi birlikte resim yapacağız. Kalemlerinden hangisini arkadaşına vermek istersin? Mavi olanımı, kırmızı olanımı? Bu ifade de çocuk sahip olduğu nesneler üzerinde hala kontrolü olduğunu hisseder. Seçim yapma ve karar verme hakkına sahip olmak paylaşma kavramının olumlu yüzünü gösterir çocuğa. Çocuklarla oyun oynarken paylaşımı ön plana çıkartmak, bu davranışı öğretmekte etkili bir yöntem olabilir. Örneğin oyun esnasında, yiyeceklerin paylaştırılarak verilmesi, oyuncaklarla dönüşümlü oynanması vb. yollarla dolaylı olarak paylaşma davranışı çocuğa öğretilmiş olacaktır. İstenen oyuncağı verdiği zaman takdir, gülümseme, tebrik gibi olumlu pekiştireçlerle karşılaşan çocuk hem davranışı ile ilgili geri bildirim almış olacak hem de kendisine ait olan oyuncağın geri döndüğünü görecek ve paylaşma kavramının anlamını uygulamalı olarak görmüş olacaktır. Paylaşma davranışı her yaşta sosyal ortamlarda ve kişiler arası ilişkilerin kurulmasında önem taşımaktadır. Çocukların istek ve haklarına saygı göstererek ve onlara paylaşım anlamında model olarak paylaşmayı öğretebiliriz. Bu sayede paylaşmayı bilen, sosyal anlamda başarılı çocuklar yetiştirme fırsatımız olacaktır.
ÖNERİLER
• Çocuklarınızda üç yaşlarına gelene kadar paylaşmalarını beklemeyin.
• Çocuklarınıza öncelikle bir başkasının eşyasını ödünç almanın veya onunla oynamanın bir sakıncası olup olmadığını sorarak saygılı olmasını öğretin.
• Eğer çocuklar bir oyuncak için kavga ediyorlarsa oyuncağı ellerinden alın ve onu kavga etmeden paylaşabilecekleri bir çözüm bulduklarında geri alabileceklerini söyleyin.
• Paylaşımcılığı öğretmeye zaman ayırın. Bütün aile üyelerine paylaştıkları bir şeyin örneğini verme fırsatı verin.
• Çocuklarınıza paylaşma gerekçesini öğreterek işe başlayın. Eğer çocuğunuz okula gidiyorsa paylaşım şarttır. Çünkü araçlar, oyuncaklar ve diğer şeyler çocuğa değil okula aittir.
• Paylaşmanın madde paylaşımından daha fazla şeyi içerdiğini öğretin. Paylaşım zamanı, duyguları, fikirleri paylaşmayı da içerir. Çocuklarınıza gece yataklarına yatırırken onları günün en acı ve en tatlı anlarını paylaşmaya davet edin.
• Çocuklar ne zaman paylaşmaları ve ne zaman paylaşmamaya saygı göstermeleri gerektiğini öğrenebilirler. Paylaşmanın sadece nesneleri paylaşmayı içermediğini kavrayabilirler.
• Çocukların kişisellikleri olması gerekir ve birbirlerinin sınırlarına saygı göstermelidirler. Her şeylerini herkesle paylaşmak zorunda değildirler.




30 Kasım 2012 Cuma

Çocuklarda Tırnak Yeme Sorunu


Tırnak yeme erişkinlerde ve çocuklarda sıkça gördüğümüz bir alışkanlıktır.
Bu alışkanlık bazı erişkinlerde yıllarca devam edebilirken çocuklarda bazen artıp bazen azalabilir.
Genel olarak birçok tırnak yeme alışkanlığı belli bir süre görülse de daha sonra kaybolmaktadır.

Tırnak Yemenin Nedenleri

Uzmanlar tırnak yemeyi bir saldırganlık belirtisi kişinin kendine yönelik bir saldırganlığı olarak değerlendirir.
Tırnak yeme bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilebilir.
Aile içinde aşırı baskıcı ve otoriter bir tutum sergilenmesi, çocuğun sürekli olarak azarlanması, yetersiz ilgi ve sevgi tırnak yemeye neden olan başlıca etkenler arasında sayılır.
Bir modelin çocuk tarafından taklit edilmesi etken olabilir.
Tırnak yeme büyük bir ihtimalle parmak emmede olduğu gibi psikolojik kaynaklıdır.
Bazen de sıkıntı, stres, yorgunluk, problemsiz çocuklarda da bu davranışa yol açabilir, ancak bunlar bir süre sonra o durumun düzelmesiyle kaybolur.
Yeni doğan kardeşi kıskanma sevilen birinin kaybı gibi stres öğeleri tırnak yemeye neden olabilir.

 Anne-Babaların Verdiği Tepkiler

Görmezlikten Gelme:
Davranışı yok saymak ve kendi haline bırakmak, bu davranışın ortadan kaldırılması için yeterli değildir. Bu davranışa neden olan durumların saptanmasında yarar vardır.
Uyarma: Uyarma tıpkı görmezlikten gelme gibi işe yarar bir yöntem değildir. Faydalı olan tek yönü yapılan davranışın anne baba tarafından bilindiğidir. Ancak bu durumda da çocuk sadece ebeveynin bulunduğu ortamlarda bu davranışı yapmamaya özen gösterir. Asıl neden ortadan kaldırılmadığı sürece yeterli bir yaklaşım değildir.
Tehdit Etme: Çocuk tırnaklarını yeme davranışı gösterirken bunu fark edip “ellerine biber sürerim” “Ellerini bağlarım okula öyle gidersin” gibi tehditlerde bulunmak çocuğun tırnak yemesini ortadan kaldırabilecek bir davranış şekli değildir. Bu davranış şeklinde yalnızca korkutma sindirme vardır. Daha önce belirtildiği gibi asıl sorun yok edilmediği sürece problem yok edilemez.
Ad Takmak Alay Etmek: Tırnak yeme davranışı nedeniyle psikolojik sıkıntı yaşayan çocuk alay edilme ve ad takılma nedeniyle ikinci bir baskı daha yaşayacaktır. Büyük olasılıkla tırnak yeme davranışı daha da artacaktır.
Fiziksel Cezalar Verme: Fiziksel ceza verme her durumda olduğu gibi tırnak yeme davranışının ortadan kaldırılmasında işe yarar bir yaklaşım değildir. Aksine davranışın artmasına neden olabilir.

Anne-Babanın Yapması Gerekenler

Çocuğunuzun o an için stresli olup olmadığını değerlendiriniz. Çocuğun stresi var ise bu stresin azalması için çaba gösteriniz.
Çocuğunuza bu alışkanlığın tıbbi ve psikolojik zararlarını anlatarak onun bu davranışı yanlış olduğunu iyice kavramasına yardımcı olunuz.
Çocuk ile aranızdaki ilişkinin iyi olup olmadığını değerlendirerek çocuk ile iyi bir ilişki zeminini oluşturmaya çalışın.
Çocuğunuza bu konuda belli aralıklarla uygun bir ses tonu ve hitap şekli ile uyarılarda bulununuz.
Çocuğunuzun tırnaklarını sık sık keserek tırnak uzatmasına izin vermeyiniz.
Çocuğunuzun enerjisini başka yerlerde atmasını sağlayacak sosyal ve sportif faaliyetlere ağırlık vererek onun gerginliğini azaltmaya çalışınız.
Gerginlik ve kaygı durumu bulanan durumlardan çocukları uzak tutmaya çalışınız.
Tırnak yeme durumu devam ederse bir uzmana başvurunuz.


21 Kasım 2012 Çarşamba

ANNE BABALARA ÇOCUK YETİŞTİRMEDE ÖNERİLER


Anneler ve babalar;
Çocuklarınız sürekli bir büyüme ve değişme içindedir. Sizin çocuğunuz olsa da sizden ayrı bir kişilik geliştirmektedir. Onu tanımaya ve anlamaya çalışın.
Çocuğunuz, yaşamı deneme ve taklit yoluyla öğrenir. Ona ayak uydurmakta zorluk çekebilirsiniz. Onları oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarında özgür bırakın. Onu her yerde ve her zaman koruyup kollamayın. Onu, küçük diye şımartmayın. O zaman çocuğunuz hep çocuk kalmak ister. Çocuksu davranışlar sergiler.
Her istediğini istediği zaman elde edemeyeceğini onlara öğretin. Onlara, yerli yersiz söz vermeyin. Sözünüzü tutamazsanız sizlere olan güveni azalır. Çocuğunuza kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığını görünce onu sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakları ona, “aile kuralı” olarak benimsetin. Çünkü hiç kısıtlanmayınca ne yapacağını şaşırırlar. Ona karşı tutarsız davranışlar sergilemeyin. Çünkü onlar, tutarsız davranışlarınız karşılığında hem bocalar hem de onlardan yararlanırlar.
Çocuğunuza sürekli nasihat vermeyin. Onlar nasihatinizden daha çok davranışlarınızdan etkilenirler. Yanlış yapmaktan korkmayın. Çünkü çocuklar, bunları çabuk unutur. Birbirinize karşı saygı ve sevgiyi koruyun. Aranızda saygı ve sevginin azaldığını görmek onları yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Çünkü onlar yüksek sesle konuşulanları pek duymazlar. Yumuşak ve kesin sözler, onlarda daha iyi iz bırakır. “Ben senin yaşında iken....” vb. sözlerle asla kulak asmazlar.
Kendinizle özdeşleştirmeyin. Onları olduğu gibi kabul edin. Yanılma payı bırakın. Küçük yanılgılarını büyük suçmuş gibi başına kakmayın.
Korkutup, sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak usandırmaya çalışmayın. Yaramazlıkları için onları kötü çocukmuş gibi yargılamayın. Yanlış davranışları üzerine durarak düzeltin. Ceza vermeden önce mutlaka onu dinleyin. Suçunu aşan cezalar vermeyin.
Onu dinleyin. Çünkü öğrenmeye en yatkın olduğu anlar, soru sorduğu anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Gerçekleri söyleyin. Soru sorma şevkini kırmayın ve özenle cevaplandırın.
Onları, yeteneklerinin üstünde işlere zorlamayın, başarabileceği işler için güdüleyin. Ona, güvendiğinizi belli edin, onu destekleyin ve çabasını övün.
Onu başkalarıyla karşılaştırmayın, umut-suzluğa kapılmasın. Yaşının üstünde olgunluk beklemeyin.
Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Öğrenmesi için zaman tanıyın. Dürüst davranmadığı zaman, çok fazla üstüne gitmeyin. Onu, yalan söylemeye sevk etmeyin.
Sizi çok bunaltsa da soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızabilirsiniz, ama onu aşağılamayın. Yoksa o da sizi yabancıların yanında güç duruma düşürebilir.
Çocuğunuza karşı haksızlık ettiğinizi fark ettiğinizde, ona açıklamaktan korkmayınız. Açıklamalarınız, sizi ona daha çok yakınlaştırır. Bunu zayıflık olarak görmeyin ve kullanmasından korkmayın.
Unutmayın ki, çocuğunuz sizi olduğunuzdan daha iyi görür. Kendinizi ona karşı yanılmaz ve erişilmez olarak göstermeye çabalamayın.
Ondan “örnek çocuk” olmasını beklemeyin. Çünkü o, sizden kusursuz olmanızı beklemiyor. Sevecen ve anlayışlı olmaya çalışın.
Çocuğunuza zorla yemek yedirmeye çalışmayın. Yemek yedirirken rahat davranın ve sağlıklı yiyecekleri alternatif olarak sunun. Çocuğunuz onlar arasından seçimini yapacaktır. Çocuğunuzun yeme isteğini yükseltin. Yediğinden emin olduğunuz yemek veya yemek çeşitlerini mutlaka sofrada bulundurun
Yemek saatinden önce abur cubur şeylerle onun karnını doyurmayın. Yemek saatinde, onun acıkmış olması gerekmektedir.
Yemeklerin görüntüsünün iştah açıcı olmasına dikkat ediniz.
Tatlıyı (çikolatayı, şekeri...) yemeklere karşı rüşvet olarak kullanmayınız. Böylece tatlının yemeklerden daha çekici olduğunu düşünmezler. Yemek ya da yemekler arasında seçim yapabilirler. Herkes için yemek pişirmeyin, onun sevmediği yiyecekleri yenileriyle karıştırın. Yemek saatlerinin bütün ailenin zevk aldığı bir zaman dilimi olmasını sağlayın.
Çocuklarınız, dövüşür, atışır ve kavga ederler. Kavgayı önleyemezsiniz ama onunla baş etme ya da daha aza indirmek sizin elinizdedir.
Çocuklar genellikle günün belli saatlerinde ve belli durumlarda kavga ederler. Kavganın gerçek nedenini saptamak için ailenizi çok iyi gözlemleyin ve bunlara çözüm bulmaya çalışın
Çocuklarınız kavga ettiği zaman hakemlik yapmayın, “kim başlattı” vb. sözlerle tartışmanın içine girmeyin. Onlara kavgalarla baş etme sorumluluğunu verin. Odadan çıkın, onların sizi kullanmasına izin vermeyin. Ancak olayın kötüye gittiğini hissettiğiniz durumlarda araya girin.
Unutmayın; olayın ne kadar dışında kalırsanız çocuklarınız da kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmede o kadar yaratıcı olacaklardır. Çocuklarınıza birbirlerine sevgilerini göstermelerini onlara öğretin.
Çocuklarınız, zaman zaman şiddet duygusuna kapılabilirler. Bunu engelleyemezsiniz. Ama şiddet davranışlarını engelleyebilirsiniz. Bunun için çevreyle ilişkilerinde şiddet hareketlerine sapmalarını engelleyecek kurallar koyun ve bunları ödün vermeden uygulayın.
Şiddet duygularını bastırmayın, duygularını size dökmesine fırsat verin. Böylece onları rahatlatmaya çalışın. İçten içe şiddet ve nefret duygularının gelişmesini engeller.
Çocuklarınıza kitap sevgisini, küçük yaşlarda kazandırmaya çalışın. Çünkü onlar 0-6 yaşta ne almışlarsa 70 yaşında da o birikim iledir. Kitaba karşı ilk ilgi ve merakın uyanması, okuma öncesi dönemine rastlar. Çocuğun eline verilen bol renkli, resimli kitaplar, ona anlatılan çeşitli öyküler, masallar, oyun oynama düşlerine seslenen dizeler, tekerlemeler bu dönemde çok önemlidir.
Çocuğun resimli kitabı eline alıp, kendi kendine yüksek sesle bir şeyler okuyup anlatıyormuş gibi yapması, çözemediği gizemli harflerin ardından çeşitli dünyaların da olduğunu, kavradığını gösterir. Okumayı öğrendikten sonra, harflerin ötesinde heyecan uyandırıcı, şaşırtıcı renkli dünyaların kimsenin yardımı olmadan kendi kendine çözümlemeye başlar. Artık kitap okuma çocuk için ayrılmaz bir bütün olur.
Okumak; düşünerek, benimseyerek, özümseyerek bireyin hayat görüşünü belirler. Çocuklarınızın sevgi, dostluk, barış ve iyi değerleri içeren konulu kitapları okumasını sağlayın. Vurdulu, kırdılı, ezberciliğe dayanan, kin ve nefret konulu kitapları okumalarına izin vermeyin.
Çocuk kitaplarında çevre, barış, eğitim, sevgi ve aşk, kadın erkek eşitliği, insan hakları, kuşaklar arası çatışma, geleneklerle hesaplaşma gibi kavramlarına yer verilmelidir. Bağnazlık ve ön yargıdan uzak olmalı, ırk üstünlüğü ve din ayrımı gibi inançlar aşılanmamalı, yurt sevgisi ve ulusal değerler aşılanmalıdır. Uluslararası düşmanlıklar körüklenmemeli, yiğitlik abartılmamalıdır. İnsan, çocuğa olumlu ve olumsuz yönleri ile tanıtılmalı, katı ahlak kuralları yerine insani değerler, hoşgörü ve esneklik esas alınmalıdır.

15 Kasım 2012 Perşembe

YAŞAM VE SEVGİ

 
İnsan her yaşta çocuk gibidir. Başı daima sevgiden bir yastık arar.

La Rochfoucauld

Gerçek Sevgi, yayılan ışığa benzer.
Güneş gibi, iyiyi ve kötüyü, haklıyı ve haksızı ayırt etmeksizin aydınlatır.

İnsanlar tarih boyunca devamlı bir düzen arayışı içinde olmuşlardır.
Ancak, bir kısmının düzen dediği husus diğerleri için kargaşa olmuştur.
Bu, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır.
Bu bakımdan birey olarak görevimiz, insanlara bir sistem dayatmayıp,
karşıt görüşlü insanlar arasında parelellikleri yakalamak,
ayrılıkçılğı arka plana atarak sevgi bağlarını güçlendirmektir.
Dünyanın değişen değerleri arasındaki değişmeyecek tek şey Sevgidir.

Yaşamı, doğumla başlayan süreçte,
önümüze bir varış noktası olarak konulan ölüme karşı bir direnme olayı gibi
algıladığımızda; yaşam, bir eylemden çok bir düşünce akışı olayıdır.
Bu şekildeki bir düşünceye başlangıç noktasında yaşam, bir zaferler, başarılar,
üstünlük gösterme dizisi değil, bir mücadeleler, çatışmalar, iletişimsizlikler,
anlaşmazlıklar ortamıdır. Oysa sevginin ne başarı ile ne de çatışma ile ilgisi vardır?
Çünkü o, kesintisiz mutluluk aracıdır.

SEVGİ KAVRAMINA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

Tarih boyunca sevgi kavramın sayısız tanımı yapılmış,
ancak hiçbiri bu kavramı tam olarak anlatamamıştır.
Gönülden bağlanmayı sağlayan bu üstün bireysel duyguyu kısaca tanımlamak
onu sınırlamak demek olacaktı.
Başlangıçta, sevgi sözcüğüne ilişkin tarifleri çoğaltarak çalışmama başlamak istedim.
Ancak, sonra bu tanımları herkesin kendine bırakmanın daha uygun olacağını
değerlendirdim.

İnsan yaratıcı bir varlıktır.
Yaratma duygusu her zaman beraberinde bir tatmin ve haz duygusunu da getirir.
İnsanı obje, yaratıcılık ve yaratmayı da amaç kabul edersek;
insanı bu amaca ulaştıran araç da sevgidir.
İnsan sevgi ile yükselir ve ancak sevgi ile yaratır. Sevgi yaratıcı ve yapıcıdır.
Sevginin dünyamızda yeşerip gelişebilmesi için üç aşamanın varlığı söz konusudur.

1. Kendini Sevme: İnsan ilk yaratılıcığı kendi üzerinde sergilemeli,
kendi kişiliğini şekillendirmeli ve kendini tanımalıdır. Böylece insanoğlu,
önce en birinci obje olan kendisine sevgi ile yaklaşmayı becerebilmelidir.
Kendini seven, kendisine sevgiyle yaklaşan insan kendini daha iyi tanıyıp,
eksikliklerini gidermeye, daha iyi olmaya çalışacaktır.
Ayrıca kendine karşı acımasız olmayıp, hoş görülü ve bağışlayıcı da olacaktır.

2. Başkalarını Sevme: Kendisi sevgi ile güçlenen insan,
çevresindeki diğer insanlara birşeyler verebilmek,
onların yaradılışlarına katkıda bulunmak, onlara sevgi vermek ister.
Böylece, Başkalarını Tanıma aşamasına gelinir.
Çünkü başkalarını sevmek, onları tanımaya başlamakla ilk hızını alır.
Tanımadan sevemeyiz, tanıdıkça severiz, tanımak için ise, ilgi göstermek,
anlamaya çalışmak ilk koşuldur. Unutulmamalıdır ki, Sevgi, bilgi gibidir.
Vermekle, paylaşılmakla tükenmez.
Nasıl bilgi bizde varsa ve başkalarına öğretmekle yok olmayacaksa,
sevgi de bizde olduğu sürece, başkalarına vermekle tükenmez.
Bununla birlikte, yaşamımızda vereni mağrur, alanı mahcup etmeyen tek olgu Sevgidir.
Kendinden emin olmayan insan, sevgiyi kendisinde değil, karşısındakinden bekler.

3. Paylaşılan Sevgiye Erişmek: Sevgiyle dolu, güçlü,
yaratıcı ve yapıcı nitelikteki insanlar, başkalarına da aynı sevecenlikle
ve vericilike yaklaşıp ellerini uzattıkça, uzanan ellerin yolları kesişecek,
insanlar sevgilerine karşılık beklemedikleri halde kendilerine de aynı
duygularla bakan insanların varlığı ve çokluğu nedeniyle ihtiyaçları olan sevgiyi
fazlasıyla alabileceklerdir. Bu sevgiye, insanları birbirlerine çeken kuvvet de diyebiliriz.
Böylece sevgi veren, verdiğinden de fazlasını alabilen insanların yaşadığı
sevgi dolu bir dünyanın oluştuğunu bütün varlığımızla hissedebiliriz.

Çoğumuz sanki sevgiyi öğrenmemiş gibi davranmayı sürdürürüz.
Oysa sevgi, çoğu kez her insanın içinde hareketsiz yatar
ve tüm güzellikleriyle çiçek açmak üzere esrarlı bir dönemi bekler.
Bazıları bunu ömürlerinin sonuna dek beklerler.
Çoğumuz yaşamımızı sevgiyi aramakla, sevginin içinde yaşamaya
ve onu bulmadan ölmemeye çabalamakla geçirdiğimiz gerçeği ile
yüz yüze kalmayı reddeder gibi görünürüz.

Sevgi, Prof. Leo Buscaglia'ya göre, bir garanti olmadan kendimize yüklenimde bulunmak,

karşı kişide bizim sevgimizle sevgisinin oluşacağı umuduyla kendimizi tümüyle vermek,
bir şeyler beklememek, paylaşmaktır. Sevgi bir ayna gibidir.
Bir kişiyi sevdiğinizde o kişi sizin aynanız, siz de onun aynası olursunuz...
Bu aynalar bir diğerinizin sevgisini yansıtırken sizler de sonsuzluğu görürsünüz.
(Buscaglia’nın, üniversitede verdiği sevgi dersinde,
sınıfındaki bir öğrencisinin onu etkileyen bir tanımlaması)

Sevginin üç temel unsuru mevcuttur.

1. Sevginin etken yapısında almaktan önce vermek vardır.
Ancak kişi sahip olmadığı şeyi veremez. Sevgiyi verebilmek
ve paylaşımda bulunabilmek için sevgiye sahip olmak gerekmektedir.

2. İkinci unsur ise İlgidir. (Seven kişinin sevdiğine duyduğu ilgi) .
Bunu sevmenin eylemi olarak da algılayabiliriz. İlginin varlığı,
sevginin de varlığına delildir. Kişiler uğruna emek harcadığı şeyleri sever,
sevdikleri için emek harcarlar.

3. Sorumluluk, Saygı ve Bilgi, beraberce sevginin diğer bir unsurudur.
(Bir insandan sorumlu olduğunu hissetmek, onu olduğu gibi görebilmek
ve o insanı bilmeye, tanımaya çalışmak diye tanımlanabilir.)

Sevme isteği, sevmek değildir. Sevgi, yaptıklarıyla belli olur. Sevgi bir irade olayıdır,
yani sevgide hem niyet vardır hem de eylem.
Çocukluğumuzdan beri herhangi bir çaba hacayışımızda bir ödün beklememiz bize öğretilmiştir. Eğer bir yerde çalışırsak uygun bir ücret bekler, bunu alamazsak işten ayrılırız. Bir yere bitki veya ağaç dikersek ondan çiçek veya meyve vermesini bekleriz. Vermezlerse söker atarız.
Bir işe zamanımızı ayırırsak bir sevinç ya da övgü bekler,
bu olmazsa o işi yeniden yapmaya karşı çıkarız.
Gerçekte ortaya konan ödünler çoğu kez öğrenmenin itici gücü olur.
Oysa sevgi böyle değildir. Yalnızca sevgiyi bir beklentimiz olmadan veririz.
Örneğin, sevdiğimiz kişinin de karşılık olarak sizi sevmesine ısrar edemezsiniz.
Bu düşünce yapısı anlamsız olur ve mizah sayfalarını süsler.
Bununla birlikte bilinçsiz olarak çoğu kişinin yaptığı budur.
Eğer gerçekten seversek bu durumda sevgimizin karşılık göreceğine inanmak, güvenmek, umut vermek ve bu fikri benimsemekten başka seçeneğimiz kalmaz.

Sevgi, dostluğun bağı ve toplumsal birliğin temelidir. Kötülükleri, çekişmeleri,
çatışmaları, kini, kıskançlığı, bencilliği, umursamazlığı giderir.
Sevgi sözcüğünün karşıtı olan nefret ise, yiyeceklerden aldığımız tadı bile kaçırır.


Erich Fromm ve diğer yazarların da üzerinde durdukları gibi
bizi toplumumuzda sevmeyi öğretmekten alıkoyan unsurlardan en belirgini bizim
“pazar eğilimimizdir”. Biz sevgiyi satın almak ve satmak için kullanırız.
Bunun bir kanıtı birçok anne-babanın çocuklarına bakmalarına karşılık ondan
sevgi beklemeleridir. Doğal olarak eğer anne-babası israr ederse,
çocuk da yalandan bazı sevgi gösterilerinde bulunmayı öğrenecektir,
ama eninde sonunda bir bedel olarak istenen sevginin aslında
sevgi olmadığı ortaya çıkacaktır.
Bu tür bir sevgi sadece “kumdan yapılmış bir kaledir”
ve genellikle de çocuklar genç yetişkinliğe geçtikleri zaman büyük bir gürültüyle çöker.

Sevgi, bütün kapalı kilitleri ve kapıları açan bir anahtardır. Açılmadı mı?
Bir kez daha, bir daha çevirmeye çabalayalım anahtarı,
sonuçta hem kilidin hem de sevgiye yönelen kapının açıldığını görebiliriz.

Dünyaya geldikten sonra, ölüme kadar insanın yaşamasını sağlayan sevgi değilmidir?
İnsan önce anne-babasını, kardeşlerini, arkadaşlarını, öğretmenini, karşı cinsini,
eşini, çocuklarını, komşularını, akrabalarını sever.
İnsana yaşama sevinci veren bu sevgidir. Bu öyle bir sevgidir ki, hiç bitmez, tükenmez,
son nefese dek sürer. Öldükten sonra da dağıttığı sevgi oranınıda insan anılır
ve ölümsüzleşir. Çünkü, hiç bir şey ölmez, her şey yaşar. Sevgi gibi.

Dünya, bizlerin doğumuyla birlikte, bizden kurtulmak için adeta özel bir çaba harcar.
Takvimden her eksilen yaprak, onun bu ısrarının en büyük kanıtıdır.
Ama bizler nedense bir sevgi açlığı içinde,
hep dünyayı kurtarma çabası içinde olmayı yeğleriz.
Hem de onun bizi tükettiğini bile bile...
Amaçlarımız, beklentilerimiz, eylemlerimiz bu dünyanın üç boyutu içinde sıkıştıkça,
sevginin itici gücünü kullanmadan kendimizi aşmamız olanaklı olmaz.

“...ve bizler bir süre sevilip sonra unutulacağız...
Yaşayanlar ve ölüler için bir alan ve aralarında tek kurtuluş olan
ve tek anlam taşıyan sevgi köprüsü bulunmaktadır.” Thornton WILDER

Sevgi dolu bir yaşam dileğiyle


Belma TUĞRUL

10 Kasım 2012 Cumartesi

Mükemmeliyetçi Aileler Mükemmel Aileler Değildir

 
Anne babaların çocuk yetiştirme sürecindeki yaklaşımları; çocuğun kişilik gelişiminde etkin bir rol oynar.
Çocuk; yetişkin olmanın adımlarını atmak için çocukluk döneminde edindiği bilgi, deneyim ve becerilerini kullanır. Mükemmeliyetçi bir davranış biçimi içinde çocuklarını büyüten aileler, doğru bir yaklaşım biçimi sergilememektedir.

Bu tip anne babalar; çocuklarından en doğru davranış biçimini beklemektedir. Çocuk yaşamın her alanında en iyisini başarmalı ve en yüksek performansı göstermelidir. Bu durumun nedenleri ve sonuçları ayrıntılı olarak yetişkin dili ile anlatılır. Sonuç iyi olursa çocuk çok şey kazanacak ,anne baba daha mutlu olacak ve onu daha fazla sevecektir. Bu değerlendirme ve konuşma yapılırken çocuğun sahip olduğu kapasite göz önünde bulundurulmaz. Evde bir çok alanda kurallar ve sınırlar önceden belirlenmiştir ve çocuk buna uymak zorundadır. Uyulmadığı takdirde keskin sınırlar ve cezalar ortaya çıkabilir. Bu tip anne babalar daha çok titiz, temiz ve düzenlidir. Evlerinde birçok şeyin yeri belirlidir ve asla değiştirilmemelidir. Mükemmeliyetçi kişilik özellikleri gösteren bu anne babalar kendi yaşamlarında ve işlerindeki performanslarında da başarı odaklıdır. Bu mükemmelliği yakalayamadıklarında çabuk mutsuz olabilir öfkelenme tepkileri gösterebilirler. Bu durum çocukları ve eşleri ile ilişkilerine olumsuz bir şekilde yansımaktadır.
Bu tip anne babaların çocukları yaşamın her alanında en iyi olmak ister. Yenilmeyi hatta ikinci olmayı bile asla kabul edemez. Bunun için büyük çaba gösterir. İstenilen hedefe ulaşmak için gereken her şey yapılmalıdır. Örneğin; derslerinin hepsinden sınıfın en yüksek puanına ulaşmak için okuldan gelince yemek yer ve hemen ders başına oturur. Uzun sürelerle çalışır . Sosyal yaşamdan , arkadaşlarından tamamen kendini soyutlar. Hedefe ulaştığında kendine güvenir, herkesin ilgi odağı olduğu ve onu sevdiği düşüncesine kapılır. Başarı onun için her şeydir. Ergenlik ve yetişkinlik döneminde bu çabalar daha çok yoğunlaşır ve mutsuzluklar artma gösterir. Karşı cins tarafından tercih edilmemek, ilgi odağı olamamak büyük mutsuzluklar yaşamasına neden olur. Bu büyük mutsuzluklar intihar düşüncelerini beraberinde getirebilir. Aşağılık duyguları yaşayabilir. Bu çocuklar; başaramadıklarını gördüklerinde her şeyi bırakma davranışı da gösterebilir. Sınav dönemlerinde; kaygıları daha yüksektir. Başarılı olsa da hedefledikleri gibi başaramayacağı düşüncesi bu kaygı düzeyini daha da arttırmaktadır. Yetişkinlik döneminde de mükemmel bir iş , mükemmel bir ilişki , eş, mükemmel bir çocuk hedefler. Bu sonuca ulaşmak için uzun yıllar gösterilen yoğun çaba bireyi zamanla yormakta ve fizyolojik ya da psikolojik rahatsızlıklar için zemin oluşturmaktadır.
Yaşamda sağlıklı , mutlu ve başarılı çocuklar / yetişkinler yetiştirmek isteyen anne – babalar ; çocuklarına güven duyduğunu ve onu her koşulda sevdiğini göstermelidir. Onun farklı bir birey olduğunu, kapasitelerinin, ilgi ve becerilerinin ona özgü olduğunu unutmamalıdır. Anne ve baba çocuk için doğru bir model olmayı becerebilmelidir. Çocuğun kendi fikirleri aile içinde alınır ve karar çocuğa bırakılır. Kurallar aile içinde birlikte alınmalı ve bu kurallara ailenin her üyesi uymalıdır.


Psikolog Eda Gökduman

9 Kasım 2012 Cuma

ATATÜRK


Atatürk Gözleri bir güneş gibi aydınlatırdı,
Umutsuzluğu kabul etmeyendi ATATÜRK
Sevginin kaynağı, Bağımsızlığın timsali
Geleceğimin aynası, ölmez ATATÜRK

Yoklukların ve çaresizliğin düşmanı
Kimsesizlerin can dostuydu ATATÜRK
Vatanının yılmaz savunucusu
Özgürlüğün mimarı, Ölmez ATATÜRK

Vatan toprağını altın bilen
Yabancıya yar etmeyen ATATÜRK
Ya İstiklal Ya Ölüm diye haykıran
Kurtuluşumun sembolü, ölmez ATATÜRK

Tek bir yürek kalıncaya dek
Bitmez bizde sevgin ATATÜRK
Posterler inmeyle Sevda tükenmez
Gözümün ışığı, Ölmez ATATÜRK

Herkese Hakkını paylaştıran,
Doğrudan ayrılmayan Dürüst ATATÜRK
Nesiller boyu unutulmayan
TÜRK’ÜN Önderi, Ölmez ATATÜRK

Seni anlatmaya kelimeler yetmez
Sevecek yürekler tükenmez, ATATÜRK
Cumhuriyet gençleri seni unutmaz
Liderisin Türkün, ölmez ATATÜRK

Zehra Okur

4 Kasım 2012 Pazar

SEVGİ MENÜSÜ

Babalar ve çocuklar iş başına çocuklar söylesin siz yazın “Anneme Mektup”Anneler günü için en güzel hediye çocuğun annesiyle ilgili hissettiklerini yazdığı bir mektup olacaktır.

BABALAR ve çocuklar iş başına beraberce bir çerçeve hazırlayın ve çocuğunuzun annesiyle
le beraber çekilmiş bir fotoğrafını yada sadece annesinin fotoğrafını yada sadece annesinin
fotoğrafını “Anneciğim”köşemize yollayın.

ELLERİNİZİ, parmaklarınızı açarak yere koyun ve çocuğunuzun,kendinizin ve eşinizin
Elleri arasındaki benzerliklere ve farklılıklar dikkati çekin.

ÇOCUĞUNUZLA beraber bir hayvan dükkanını ziyarete gidin.Bu gezide herhangi bir
Hayvanla ilgili öğrendiği bir bilgiyi,yada anısını arkadaşlarıyla paylaşması için çocuğu
nuzu yüreklendirin.

SOYADININ özelliğine dikkat çekin

BAYRAK nedir?Ne zaman bayrak asıyoruz.Nerede bayrak görüyoruz?vb.sorular .Türk
bayrağını ve diğer bayrakları inceleyin.

Değişik boyutlarda ve şekillerde kaplara su doldurun ve bunları dondurtun.Çocuğunu
zun sudaki değişimi görmesi için suyu tekrar eritin.Bu değişim hakkında çocuğunuzla
sohbet edin.

ÇOCUKLARIN güçlü anne-baba modellerine gereksinimi vardır.Eğer siz komşularınızla
Olan sorununuzda bağırıp çağırıp kavga ederseniz çocuk problem çözme yolu olarak bu
nu öğrenir.Eğer siz eşinizle tartışınca ağlarsanız çocuk ağlamayı öğrenir.Çocuklara güç
lü ve doğru modeller olmaya özen gösterin.

ÇOCUKLAR zaman zaman kendilerine yol gösterilmesine gereksinim duyarlar.Bununla
Birlikte kendi başlarına seçtikleri yolda ilerlemek için yeterince özgür olmaya da gerek
Sinim duyarlar.Çocuğunuzu zaman zaman yalnız bırakmazsanız gerçekten özgürlüğünü
kullanmayacağını bilemezsiniz.Çocuğunuzu yalnız bırakmak onu terk etmek anlamına
gelmez.Yanında siz yokken de başarabildiğini görmesine izin verin.

  Prof. Dr. Belma  Tuğrul

30 Ekim 2012 Salı

Çocuklarınızla Etkili İletişim Kurabilmek


Çocuklarla iyi bir iletişim kurabilmek anne-babalar için önemli bir beceridir. Çocuklarıyla etkili bir iletişim ve pozitif bir ilişki kurabilen anne-babalar, anne-baba omlaktan daha fazla keyif alabilirler. Genç ya da çocuk, her yaşta anne-babaları ile iyi ilişki içinde olan bireylerin kendilerine güven duyguları gelişir, kişilerarası ilişkilerde karşılıklı saygı duymayı öğrenirler.Çocuklarla iyi iletişim kurmak her zaman kolayca ulaşılabilen bir hedef değildir. Çocuklar ve anne-babaların iletişim kurma biçimleri birbirinden farklıdır. Öte yandan iletişimin etkili olabilmesi ortama da bağlıdır. İyi bir iletişim için anne-babalar sakin ve huzurlu bir ortam hazırlamalıdırlar. Bu yazı çocuğunuzla etkili iletişim kurabilmeniz için bazı öneriler içeriyor.

*Çocuğunuzu dikkatli ve nazik bir şekilde dinleyin.
*Çocuğunuz konuşurken sözünü kesmeyin.
*Çocuğunuz konuşurken vereceğiniz yanıtı hazırlamakla meşgul olmayın.
*Çocuğunuz konuşmasını bitirip sizden yanıt isteyene dek düşüncenizi söylemeyi erteleyin.
*Çocuğunuzun, gereksinimi olduğunda onun yanında olacağınızı bilmesine izin verin.
*Çocuğunuz sizinle konuşmak istediğinde gazetenizi bırakın, televizyonu kaapatın ve dinlemeye hazır olun.
*Çocuğunuz size önemli bir şey anlatmaya çalışırken telefon konuşması yapmaktan kaçının.
*Başkalarının yanında çocuğunuzu eleştirmeniz ya da uyarmanız, çocuğunuzun size gücenmesine ve kızgınlık duygularına neden olabilir ve size olan güven duygusunu zedeleyebilir. Çocuğunuzla konuşurken gerekmiyorsa başkalarını konuşmanıza katmayın ve mümkün olduğunca çocuğunuzla yalnızken konuşun.
*Çocuğunuzla konuşurken fiziksel olarak aynı seviyede olmaya dikkat edin, tepesinden bakmak yerine eğilin ve göz hizasındayken onunla konuşun.
*Eğer çocuğunuza kızgınsanız onunla konuşmak içim sakinleşmeyi bekleyin. Aksi halde objektif olamayabilirsiniz.
*Çok yorgun olduğunuz zamanlarda çocuğunuzu aktif bir şekilde dinlemeniz zorlaşacaktır. Bu nedenle çocuğunuzla konuşmak için yorgun olmadığınız zamanları seçmeye özen gösterin.
*"Neden öyle olduğunu ya da neden öyle davrandığını" sormak yerine "Ne olduğunu" sorun.
*"Ben, sözümü bitirdikten sonra konuşacaksın, senin için en iyisinin ne olduğunu biliyorum, sadece söylediğimi yap" gibi tümceleri azaltmaya çalışın. Bu tür konuşma biçimi açık iletişimi engeller ve daha sonra çocuğunuzun sizinle açık iletişim kurma olasılığını azaltabilir.
*Hakarat içeren ya da aşağılayıcı sözcükler kullanmayın.
*Konunun çözümü için çocuğunuzun adım adım bazı tedbirler planlamasına yardım ve öncülük edin.
*Yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla onu yargılamayın. Çocuğunuza, onu olduğu gibi kabul ettiğinizi gösterin.
*Çocuğunuzun sizinle iletişim kurma çabasını destekleyerek açık iletişimin sürdürülmesine yardımcı olun.

7 Ekim 2012 Pazar

ÇOCUĞUNUZA...


A-AKIL VERMEYİN
B-BAŞKALARINA BENZEMESİNİ BEKLEMEYİN
C-CİDDİYE ALIN
Ç-ÇİMLERE BASMASINI SAĞLAYIN
D-DENEMESİNE İZİN VERİN
E-EMPATİ KURUN
F-FİKRİNİ SORUN
G-GURUR DUYDUĞUNUZU SÖYLEYİN
H-HAYALLERİNİ SORUN
I-ISRARCI OLMAYIN
İ-İNATLAŞMAYIN
J-JEST YAPIN
K-KUCAKLAYIN
L-"LÜTFEN"Lİ KONUŞUN
M-MODEL OLUN
N-NE İSTEDİĞİNİ SORUN
O-OYUN OYNAYIN
Ö-ÖZÜR DİLEYİN
P-PAYLAŞIN
R-RİCA EDİN
S-SORUMLULUK VERİN
Ş-ŞANS VERİN
T-TUTARLI OLUN
U-UTANDIRMAYIN
Ü-ÜZÜNTÜLERİNİ PAYLAŞIN
V-VAKİT AYIRIN
Y-YÜREKLENDİRİN
Z-ZEVKLERİNİ ÖĞRENİN


Böyle güzel çocuklarınız olduğu için emin olun çok şanslısınız. İnsanı ayakta tutan en önemli şeylerden biri umutsa o umudu ayakta tutan da çocuklarımızdır. Onlara iyi bakın!
Sevgilerimle!

20 Haziran 2012 Çarşamba

Nietzsche Ağladığında

.Konu: Ümitsizlik. Bir gün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salome, Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. 'Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin, ' der. Breuer Salome'yi tekrar görebilmek umuduyla 'peki' der. Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar... Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere..
 Okumanız önerilir çünkü fazlaca methini duydum ve okudum!Yeniden buluşuncaya dek dostça kalın!

25 Nisan 2012 Çarşamba

Hayat Devam Ediyor


Merhaba sevgili dostlarım, ben, tatilde İstanbul'a gittim, çok güzel günler geçirdim, dostlarımla birlikte güzel saatler geçirdim! Pek mutluyum anlayacağınız! Moral depoladım, döndüm! Sizler de umarım iyisinizdir! 

 
Bu kitapta Serra evleniyor, yeni bir yaşama başlıyor! Okuması çok keyifli, dilerim sizler de beğenirsiniz!Yeniden görüşmek dileğiyle, sevgiyle ve dostça kalın!